Neden bu saatte buradayım aklım ermiyor. Hazır sıcacık bir yer edinmişken kendime bu rahatsızlık veren şey nedir gecenin bu saatinde? Gözümden ne uyku akıyor ne de yaş. Bi aralar ağlamak isteyipte ağlayamamak vardı, belki hala vardır... Kulaklığın yaygın olduğu bir toplum gelişmiştir arkadaş ben buna inanırım. Gerçi kulaklıktan kulağa kulaktan kalbe giden bir yol olunca dikilirsin bu saatte.. Belki bir şarkı ya da bir şiir ayakta tutar seni. Zaman ne olursa olsun duymayıver o sözleri, aklından geçmeyiversin. Acı çekmek istediğinizde bu nasıl hastalıklı bir durumsa artık illa size acı çektiren bir şeyler bulabilirsiniz. Şeyler demek ne kadar mantıksız olduysa artık. Ama gerçek şu, bu yaşıma gelip 'şey' kelimesinin ne anlam ifade ettiğini öğrenemedim. Bu hayatta bir şey bırakmak istesem, benden bir iz herhalde şey kelimesinin anlamını bulup öyle göçer giderdim. Hala geç değil, zamanım olabilir. Olmayabilirde... Nerede kaldık? Acı çekmek.. Size acı çektiren insanları gözünüzün önünüze getirirsiniz. Peki ya getiremezseniz? O durum daha vahim.. Size acı çektiren insanlar, her seferinde sizi ağlatan insanlar gözünüzün önüne gelmiyorsa, bir daha hiç gelmeyeceklerse, peki onları hiç göremeyeceksek... ne anlamı kalır hayatta olmamızın? Bizi ayakta tutan onlar değil mi zaten. Acı olmadan, acı çekmeden bir insanın yaşayabilmesi mümkün olamaz ki... Bir bok yemek istersin. Fakat neresinden başlayacağını hiçbir zaman bilemezsin. Neden bi insan durduk yere bok yemek ister ki? O yüzden her seferinde yüzüne gözüne bulaştırır. Zaman zamanda hiç başlamaz. Sağlıklı düşünebilse o anda bunların hiçbiri aklından geçmez ama düşünemez. Ben de düşünemiyorum. Sağlıklı düşünmenin bu olduğunu adım gibi biliyorum. Çelişki mi? Hayır hayır, ne demek istediğim gayet net diye düşünüyorum... Seyyar satıcıların samimiyetine oldum olası güvenirim. Gecenin bir vaktinde ekmeğini çıkarmak için o soğukta görür işini. O abilere her seferinde bir holding patronu gibi bakarım. Sadece samimiyetleri ve masumlukları onları o mertebeye ulaştırmaya yeter benim gözümde. Selam olsun pilavcı amca, selam olsun çiğ köfteci, selam olsun sizlere... İşte bu abilerden gördüğüm samimiyeti yakınlarımdan, sevdiklerimden, sevdiklerini düşünüp nefret edenlerden göremedim. Neden? Çünkü her seferinde insan gibi davrandığımız için.. Çok mu oluyorum bu sıralar ne.. Kimse bıraktığın yerde durmuyor. Onlar duruyor fakat kalpleri ne bok yemeye gidiyor anlayamıyorum. Gerçi kimse anlayamıyor. Yalnız kalıyorsun, kalabalıkların arasında annesini kaybetmiş bir çocuğun duyduğu endişe ve korku seni de esir alıyor. Esir almak ne kelime adeta zincire vurulmak gibi. Kurtulmak imkansız.. Ama bir kalbin varsa ve o gezintiye çıkan kalplerden en kötü biri seni bulabilirse eğer kurtulabilirsin bu işkenceden. Ama unutmamalısın ki o kalbinde bir samimiyeti var. Ona güvenmek, inanmak, mutluluğuna ortak olmasını istemek ölümlü bir kumar.. Belki sana yardım etmeyecek, belki yüzüne bakıp usulca geçecek gözlerinin önünden ama sen bir umut bekleyeceksin. Elbet bir gün bir kalp geçer gözbebeklerinden, kirpiklerinden... İşte o gün büyük bir çığlık duyarsan bir yerlerden uzaklarda arama içindedir o... Yinede kendime teşekkür ediyorum. Samimiyetten yoksun kalplere samimiyeti götürdüğüm için. Medeniyetin eşiği ben olmalıymışım ama ne yazık ki... Keşke bu samimiyetim kendini beğenmişlik olarak algılanmasa, öyle yargılanmasam. İçim rahat mı? Kocaman... Ne sesini duyan biri vardır etrafında, Ne de çaresizliğini gören. Tek başınasındır bu hayatta, aldığın hiçbir karar tatmin etmez, Seçtiğin tüm yollar çıkmaz sokaklara götürür seni. Hikayenin bittiğini düşünürsün...
Uyumak istiyorum. Belkide hiç uyanmamak istiyorum. Bunu başarabiliyor muyum? hayır.. Defalarca soruyorum kendime sürekli uyku halinde olmak istiyor musun diye.. evet, evet diyorum ama beceremiyorum. Gerçi hiçbir şeyi beceremiyorum orası da var.. Hindileri geçtim sanırım. Düşün düşün düşün! her sabah uyandığımda hemen aynanın karşısına geçiyorum; acaba bu sabah saçlarım beyazladı mı?.. hep merak konusu benim için. Yüzümü yıkadığımda belki başka biri çıkar altından diye ümit ediyorum fakat nafile.. Bir an geliyor neresinden tutsan olmuyor, elinde değil aklında kalıyor. Aklından defetmeye bakıyorsun fakat kendinle verdiğin bu gereksiz savaşın sonucunu zaten çok önceden biliyorsun. Boşu boşuna kürek çekiyorsun, yoruluyorsun.. Yalan söylemek ne kadar kötü olabilir ki? Sadece biraz kalp kırıklığı gerekir. Fakat kimse bilmez ki, onu kırmak için bir kalbin gerekeceğini. Bence doğrusu şu ki, karşımızdakinin kalbini değil aslında kendi kalbimizi hiç fark etmeden parçalara ayırıyoruz. Kanser gibi.. Hep son aşamasında fark ediyoruz.. Hayatta kalanlar, hayatımızda olanlar, tek kişilik yaşayanlar... Yazılamayacak şeylerin yazılmak istenmesi kadar kötü bir şey yok. Ya bunları birileri dinleyecek ya da birileri okuyacak. Yazıya dökülmesinin çok zor olduğu gibi, bunları anlayacak kişi sayısınında az olması işin içinden çıkılamaz bir hale getiriyor.. Bazen hayatınızdan birilerinin çıkması gerekir. Kendi isteğiyle veya yukarıdakinin isteğiyle. Bunların aynı anda hayatınızdan çekip gitmesi ve sizi göt gibi ortada bırakması yenilir yutulur cinsten değil.. Farkındayım hiçbir konuyu birbirine bağlayamıyorum. Fakat yazmazsam kendimle verdiğim savaş daha ateşli bir şekilde devam edecek. Herkesin hayatı güllük gülistanlık olamıyor ne yazık ki. Birileri hep giderken biriler hiç gelmiyor. Belkide lanetliyimdir. Olamaz mı? Bu zaman kadar hiçbir şeyin yolunda gitmemesi, şansın hiçbir zaman gülmemesi, gülmeyi bırak tebessüm bile etmemesi ne ile açıklanabilir ki? Sabır mı? Sabır kavramıyla geçireceğim vakitler neticesinde ölüm kavramı çalmasın kapımı? Evde yokum diyemem. İçeri alsam sabrı öldürür.. Çaresizlik içinde yüzüyorum açıkçası.. İnsan sıfatını hak etmeyenlere her seferinde insan sıfatı yükleyip insan gibi davranıyorum. Hemen sonrasında biraz durup düşünüyorum. İnsanlığımdan şüphe duyuyorum. Neden her seferinde aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorum diye soruyorum kendime. Cevabı hep aynı... Akşam birkaç sayfa kitap okuma alışkanlığımı geliştireyim dedim. Hani derler ya hayatım değişti bu kitabı okuyunca. Öyle bi düşüncem yok şu anlık. Fakat bu sabah kendim için yaşamayı, hiçbir şeyi çok fazla düşünmeden, yüzeysel geçerek, sorgulamalardan, seviyesizliklerden, sevgisizliklerden (zaten ne kadar sevildim ki şu hayatta) uzak bir yaşamında var olacağını, hiçbir şeyin kendimizden ve her zaman yanımızda olan ve olmak için can atan insanlardan daha önemli olmadığını öğrendim. Kendi kendime ders verdim aslında. Mutluluğa giden yol her zaman bencillikten geçer diyorum. Bugün anladığım kadarıyla 'ben'cillikten geçiyor... Toparlamak gerekirse. Ki hiçbir zaman bunu yapamadım. Toparlamak içinde yazmadım. Binlerce şarkı dinledim, dinliyorum her birinden sıkılıyorum. Kasım ayındayız... Sanırım anladınız. Savunmamda şu aydayız bu aydayız geçmeyecek. Emin olabilirsiniz ki çevirisine bile bakmadım... Yalan söylemek ne kadar kötü olabilir ki...