Eski bir apartmanda katlar arasında dolaşıyordu. Bir kapıyı seçer gibi yaptı. Halbuki kapı aralanmış şekilde duruyordu. Çalmaya yeltendi ve farkına vardı. Parmak uçları yetmediği için avucunun içini de kullanmaya başladı. Araladıkça gelen ılık esintinin onu üşüteceğini bilmiyordu.
O ılık ve gizemli esintinin büyüsüne kapılmayı sanki daha önce de yaşamıştı. Bu bir dejavu muydu? Umursamadı. Bunun bir bilinmezliğe açılan kapı olduğuna inanmak istedi. Kapıyı ardına kadar araladı. Menteşeleri yeni yağlanmıştı bu kapının. Karaktersiz bir adamın cıvıklığına eşdeğerdi. Eşikten adımını atmadan bir süre bekledi. Avuçlarının yandığını hissetti. Yanan sadece avuçları mıydı? Sırada yanarak yitireceği neyi vardı? Kafasını usulca kaldırdı ve karşısındaki aynada benliğinin buz kestiğine tanıklık etti. Hangisi oydu? Yanacak mıydı yoksa donacak mıydı?
Kararsız, titrek ve bir o kadarda özgüvenli ses tonuyla kendine seslendi. Oysaki kendi sesini bile duyamıyordu. Aynada dudaklarını okumaya çalıştı ancak başaramadı. Fakat insan, kendi sesini duyamasa bile aklından geçenleri anlayabilir. Yoksa bu yetisini de mi kaybetmişti? Ancak bu yetisini kaybetmişse aklını da yitirmesi gerekmez miydi?
Oldukça kısa ancak türlü yaşanmışlıkları da barındıran koridorda yürümeye başladı. Kara sıvalı, beyaz boyalı duvarların üzerindeki çivileri fark etti. Bu olmak istediği ev değildi. Elleriyle gözlerini ovuşturdu. Bir anlık öfkeyle bir kez daha denedi...
Koridorun öteki ucundaki odaya doğru yöneldi. Bunlar kendinden emin adımlardı. Ses tonundaki kararsızlık hali adımlarında yoktu. Adımlarını hızlandırırken bir yandan da şarkılar mırıldanmaya başlamıştı. Attığı her adımda, bastığı her noktada sanki çiçekler bitiyordu. Saçları adeta birer sarmaşık gibi uzanmıştı koridorda. Böylesini herkes hayal ederdi.
Odanın kapısına geldiğinde kapı bu kez sonuna kadar açıktı. Girmeden önce bekledi, bir sesin onu davet etmesini deliler gibi istedi. Ama unuttuğu tek bir şey vardı; duyamıyordu. Ne yapacaktı? Beklemeyi sever miydi? Sevmeyi bilir miydi? Sevginin dilencisi olur muydu?
Yine de bekledi. Neyi beklediğini o da bilmiyordu. Fakat sonunda dayanamadı. Kafasını uzattı ve odanın içinde hayalini kurduğu ruh parçacıklarını aradı. Pek tabi dağılmışlardı. Neredeyse hepsi tanınmaz haldeydi. Değdi mi? diye kendine sordu. Cevap veremeyeceği soruları kendisine sormaktan hoşlanırdı. Başlangıçta yakmadığı odanın ışığını söndürmek istedi. Böyle bir şey mümkün müydü?
Arkasını döndü ve koridorun diğer ucundaki odanın kapısının olmadığını fark etti. Halbuki az zaman önce oradaydı. Şimdi kapının yerinde turuncu tuğlalar vardı. Aralarına çimento atılmamış, sıvası henüz yapılmamıştı. Koşmak istedi ama koştukça tuğlaların uzaklaştığını gördü. Çiçekler yerini sarmaşıklara, sarmaşıklar yerini pişmanlığa, pişmanlık yerini bir çürümüşlüğe bırakacaktı.
Daha sonra koridor kısaldı kısalmasına. Ne kapı kaldı, ne de örülme aşamasındaki kapı duvar. Sadece etrafını saran sarmaşıklar, üzerine gelen duvarlar ve o boşluk hissi...
Kurtulmak mı istiyorsun? Uyanmayı dene.