24 Mayıs 2016 Salı

Çaresiz

Zurnanın zart zurt dediği yere geldiğimiz vakitlerdir artık. Tünelin sonundaki ışığın belirginleştiği, çürümeye dönen çiçeklerin zevk vermediği, özveri açıklarının yaşandığı zamanlar bunlar. Bazen hayatının en güzel günü bazen pişman olacağın vakit kaybı. İpin ucunu bir kere kaçırdın mı gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Hayata tutunduğum dallar birer birer elimde kalmaya devam ediyor. Yapraklarda dökülüyor bu arada...
Çaresizliğin bu kadar büyüdüğü, karar verebilmenin bu kadar zorlaştığı bir zaman hatırlamıyorum. Neyi nereye koyacağımı, önceleri yerlerini bildiğim parçaların nereye ait olduğunu hatırlayamıyorum hatta bilmiyorum. Hatırlamak kolay olsaydı eğer insanlar güzel şeyleri hatırlayabilirlerdi. Güzel şeyler hatırlanır güzel şeyler hep var mıdır? Hepsi gölgelerden ibaretler. Gölgelerin cansızlığında güzel şeylerin varlığından nasıl söz edebilirim ki?
Bu sene; kazıkların en hasını yediğim, üzüntülerin en büyüklerini yaşadığım; acının dozajının fazlasıyla aşıldığı bir yıl. En zoruda 53 yaşında bir insan gibi hissetmemdir. Şikayetçi değilim. Sanırım güçsüzlüğümün tavan fiyatının taban fiyatıyla yer değiştirdiği bir zaman. En kötüsüde sabretmeyi doruklarda yaşamak saçmalığı.. Bununla beraber kendime yaptığım işkencenin haddi hesabı belli değil. Sabredince bütün sevgiler ve çıkmazlar bir gün yok olur diye biliyordum. Hani neredeler? Yanlışın defalarca kucak açtığı biriyim. Elimde olsa hiç gelmezdim bu dünyaya ne var ki artık çok geç. Nefes aldığıma şükretmeliyim. Sonra diyorum ki; hiçbir şey diyemiyorum. Diyecek çok şeyim olmasına rağmen isteksizlerin, anlaşılmazların başında geliyorum. Kelimeleri düzenli bir hale koymak bile başında geldiğim şeyler yüzünden yorucu, katlanılamaz ve tükenmişlik... 
Her şeyi geçtim. 1 saat önce kavga ettiğin insanı 1 saat sonra nasıl olurda deliler gibi sevebilirsin? Ben bunun adını 2 seneden beri hala koyamadım ve koymakta istemiyorum. Yaşananlar ne kadar kötü olursa olsun baş koyduğun yolda hayallerin ve hedeflerin uğruna birlikte, el ele yürüyebileceğin bir insanın elini tutabilmişsen eğer Allah'a binlerce kez şükretmelisin. Ki ben defalarca şükrediyorum. Adını bilemediğim bu duyguyu çok seviyorum ve sevmeyede devam edeceğim...
Candancım, tercümann olmaya...
Candan Erçetin - Beklemeden...

19 Mayıs 2016 Perşembe

Gizli Özne: Yelkovan

Yazacak birçok şeyin olmasıyla beraber yazamayacak birçok şey de var. Klavyenin tuşlarını görebilmem bile bir mucize sayılabilir. Hastalığın henüz başlarındayım. Saçlarınızı kurutmadan sakın dışarı çıkmayın, aceleniz olsa bile çıkmayın. Neden her şey geldiği zaman üst üste gelir ki? Bunu çok merak ediyorum. Mesela bugün saçların nasıl bir mantıkla çıktığını merak falan ettim. Araştırmam lazım bunları...
Herhalde sevmek kavramı benim kişiliğime yakışmıyor, uymuyor, uydurulamıyor. Belki ben beceremiyorum. Her insan mutlu olmak ister, bunu hak ettiğini düşünür. Bende onlardan biri olmayı çok isterdim. Zaman zaman mutlu olunabiliyor. Uzun sürmese bile biraz ondan biraz şundan ortaya farklı bir şeyler çıkıveriyor. Her şeyin fazlasının zarar olduğu gibi mutluluğunda, acınında, sigaranında fazlası zarar. Zararlı olan her şey güzeldir ya hani, işte saydıklarımda bunlardan birkaç tanesi (sigarayı safdışı bırakalım, meret)...
Duvardaki saatin ikide bir teklemesinden belliydi benim bir şeyleri beceremeyecek oluşum. Ne kadar iyi pil takarsam takayım, o yine en iyisini istiyordu. Tak çıkar tak çıkar beni yoruyordu. Sonunda pes ettim zaten. O bana bakar, ben ona bakamaz oldum. Ara sıra gözüm kaysada kayıyordu işte yalan yok...
Hayatım boyunca demeyeyimde zaman zaman akrep'e benzetildim. Hayatımdaki herkes meğersem yelkovanmış. Ben onlara değil onlar bana gelirmiş. Arada dönüp duran çubukta zamanı simgelermiş. Bizleri buluşturmak için gece gündüz üstümüzden geçermiş. Bir zaman bizi aydınlatırken, bazı zaman karanlıklara gömermiş. Tek isteği bizi yan yana, üst üste getirmekmiş. Yorulduğu zamanda iki kez doğru zamanı gösterirmiş. Bazı zamanlar rolleri değişirdik. Ben yelkovan olurdum onlar akrep. Ama ne zaman yelkovan olsam çubuk yorgun düşermiş. Ya teklermiş yada bırakırmış kendini. Onun için ne zaman yelkovan olduysam sadece iki kez doğruyu gösterebildim. İnsanlar gözlerinin ucuyla dahi bakmadılar. Döndüğün zaman gözlerini ayıramadıkları seni, bir hiç gibi yalnızlığınla baş başa bıraktılar. Onlar için yaptıkların önemli değildir artık. Suç senin değil zamanındır aslında...
Hayatınızda ilklerin yeri ayrıdır ya hani, hani onlar unutulmaz vs vs... Hani dersiniz ya 'bu sefer farklı'. O kadar inanırsınız ki buna salaklığınızı fark etmezsiniz bile. Kendinizi kandırdığınızı çok çok sonra anlarsınız. Kurduğunuz hayaller, verdiğiniz sözler, öznesini, yüklemini, dolaylısını, zarfını özenle seçtiğiniz cümleler yok olur birdenbire. Geriye sadece gizli özne kalmıştır... G.Ö: Ben
Yumuşak kalpli olmak, hani o gidememek var ya o gidememek, gitmek isteyipte kalmak. İşte o duygu ah o duygunun Allah belasını versin. Sen yapamazsın ama gözünün yaşına bakmazlar. En büyük salaklıklarımızdan biride bu diye düşünüyorum. Salaklık demekte çok büyük haksızlık olur aslında. İnsan olabilmek yakışır buraya. Şöyle bir bakarsam, ben sevmeyi becerebilen insanlardanım yada kendimi avutmasını çok iyi biliyorum...

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Ben Bir Kalp Arıyorum

Merhaba, ben tüm unuttuklarına dahil varlığım. Yazana kadar kim bilir daha kaç mum sönecek, kaç kişi göçecek.. Uzun zaman sonra kelimelerle oynamamın ne gereği var bilmiyorum. Hemde böyle bir akşamda.. Aslında içindem hiçbir şey söylemek gelmiyor. Ne kendimi ne de seni üzecek halim var. Bu kadar kötü olabileceğini, kötü gideceğini düşünmemiştim. Her şeyin tozpembe olmayacağını, bunun imkansız olduğunu biliyordum. Belkide ben pembeyi sevmiyordum. Ben sevmeyi zorunluluk sayıyormuşum. Her insanın birini sevmesi zorundaymış gibi. Sonradan öğrendim öyle olmadığını. Birini yada bir şeyi sevmenin ne kadar zor olduğunu yaşayarak anlayabilirsin demişti, haklıydı..
Onu tanımıyordum ama söylediklerinin doğruluğuna inanıyordum. Hiç görmemiş olmama rağmen. Şu aşamada sorarsan neyden bahsediyorsun diye, hiçbir fikrim yok derim. Çünkü sevmek, sevilmek fikri olmayanların becerebildiği bir oyun. Dersen ki oyunlar kurallara göre oynanır.. Bence bu bir kumar, blöf, yalan.. En zengininden en fakirine kadar hiçbir varlık gerektirmeden oynanan bu kumar.. Kumar masalarında elbet biri kazanır yada şansı yaver gidenler dengeli bir şekilde bölüşür. Diğer bir ihtimal herkesin kaybetmesidir. Buna ben de dahilim. Diyeceksin ki elbet biri kazanmalı. Ben ne kazandığımı biliyorum ne de kaybettiğimi. Sürüklenip gidiyorum. Memnun muyum? hiç bilmiyorum. Belkide acı çekmeyi seviyorum. Acı çekmek.. onun ne demek olduğunu hatırlamaz gibiyim. Ne gözümde bir yaş, ne kalbimde bir sızı, ne sıcak nefesim.. Onlarda terk edip gittiler. Sırada tek tek dökülen saçlarım var...
En başından beri söylemek istediğim bir şey vardı. Tüm eveleyip gevelemem bu yüzden..
Ben bir kalp arıyorum, hiç buralarda gördün mü?
Saf ve temiz...
Zamanla alay eden ben, bunun ne demek olduğunu şimdilerde anlıyorum. Bilmediğim o kadar çok şey varmış ki bu hayatta ve hala bilmediklerim... Sorular sorup kendimden cevaplar bekliyorum. Uzun zamandan beri cevap vermemi bekliyorum. Zaman o kadar çabuk geçti ki...
Bulamadığım, bulamayacağım bir şey arıyor gibiyim. Bulursam memnun kalır mıyım? hiçbir fikrim yok. Sahi, ben bir kalp arıyordum. Hala cevap vermedin. Yoksa görmedin mi? Hay Allah! En çokta sana bağlamıştım ümidimi görmüşsündür diye..
Üzülmeli miyim? Bana yakışmaz.
Ağlamalı mıyım? Zorlarsam belki, o da birkaç damla.
Unutmalı mıyım? Pes etmek yok.
Sevmeli miyim? Ama benim bir kalbe ihtiyacım var. Kalpsiz insanlar sevemezler, sevdiklerini düşünürler ve bu da hiçbir zaman gerçek olmaz, olmayacak. Bu dünyadaki en kötü şey belkide kalpsizlerin hiçbir zaman sevemeyecek oluşları ve kendilerini avutuşları...
Hep garip olan insanları sevmişimdir. Onları da öyle...
Son olarak, senden bir kalp istemiştim. Daha doğrusu gördün mü diye sormuştum. O kalbi senin sakladığını biliyorum. Şimdi sana soruyorum;
O kalbi bana verecek misin, yoksa sonsuza kadar o kalp ve onun ruhuyla mı yaşayacaksın?
Seçim senin...
Mumlar söner ve perde kapanır.

3 Mayıs 2016 Salı

İnce Çizgiler Yığını

Sabretmenin nasıl bir duygu olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyorum. Hatta sabretmek ile pes etmek arasındaki o ince çizgi var ya o ince çizgi.. ah o ince çizgiler. Hayatımızın en önemli yerlerinde olmalarına ne gerek vardı hiç anlamıyorum.
Bir yerden sonra kimse kimsenin dengi olmadığı yargısı dahada kalın puntolarla çıkıyor karşına. İşte o zamanlara gelindiğinde emeklerin, düşüncelerin, düşüncesizliklerin… hiçbir anlamı kalmıyor. Sonradan anlıyorsun aslında başından beri hiçbir şey ifade etmediklerini. Belkide kendimizi kandırdığımızı belkide kendimizi buna inandırdığımızı anlıyoruz. Acıtmıyor mu sanıyorsun? Yakıyor, koparıyor… Organlarını sökseler bu kadar acı vermezdi herhalde…
Kör olursan bu hayatta, sadece istediklerini, inandıklarını, hissettiklerini görmek istersen eğer her şeyi bir anda kaybedebilirsin… Tek kişilik yaşanmıyor hiçbir hayat. İttirsende, kaktırsanda ne kadar inatlaşsanda hayatla hep kaybediyorsun. Çünkü hayatın ruhunda kazanmak insanın ruhunda ise kaybetmek vardır…
Yaşanması gereken onca zaman varken bu zamanların birer birer ertelenmesine dayanamaz insan. Hiç kimse bir değil, kimse aynı şeyleri düşünmüyor. Ki aynı şeyleri düşündüğüm birini bulursam ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Belkide aynı şeyleri düşündüğün biri öldürmek istediğin biri olabilir. Senden bir tane daha.. katlanılmaz bir durum.
Her insan bir şeylerin derinliklerden açığa çıkmasını sabırla bekler. Ben de bekliyorum biraz cesaretin açığa çıkmasını, oksijenle tepkimeye girmesini… Gülüyorsun değil mi? Sabır ile cesaret duygusunun aynı bedende barınabileceği yalanına...
Hiçbir alakası yok fakat okuduğum bir kitapta şöyle diyordu; Bana aşkın bütün sorunu şu gibi geliyor: mutlu olmak için güvenliğe ihtiyaç duyulurken, aşık olmak için güvensizliğe ihtiyaç duyuluyor. Mutluluk güvene dayanırken, aşk kuşku ve tedirginlik gerektiriyor. Uzun lafın kısası, evlilik mutlu olmak için tasarlanmış, aşık kalmak için değil. Ve mutluluğu bulmanın en iyi yolu aşık olmak değil; öyle olsaydı, bunca zamandır öğrenilirdi. Çok net olup olmadığımı bilmiyorum, ama kendimi anlıyorum: söylemek istediğim, evliliğin birbiriyle bağdaşmayan şeyleri birbirine karıştırması…
Mutlu aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
MUTLU AŞK YOKTUR.
O aptal kafana iyice girmesi için bunu daha kaç kere tekrarlamam gerekecek?