29 Nisan 2016 Cuma

Birikim ve Aşındırma

Karanlık hep en iyi arkadaşım olmuştur. Karanlıkta bir sürü ben var çünkü. Ve ben hiç birini göremiyorum. Ama onlarla konuşuyorum hep. Bıkmadan, sıkılmadan, usanmadan. Delilik raddesinde gibi gelebilir fakat hepimiz karanlıkta kendi benliğimizle konuşuyoruz. Eskiden elektrik yokmuş diyorlar. En güzel muhabbetler, çekilesi aşk acıları, ağlamak için en güzel ortam diye bahsedilir hep. Karanlıktaki bir şarkı ile üç kişi olursunuz tüm benliklerinize rağmen. Hep dördüncüyü ararsınız ama onu hiç bulamazsınız... Çocuklarında karanlıktan korkması bu yüzden bence. Benliklerini o yaşta göremiyorlar ki. Yalnızlar...
Yıllardan beri sorulan klasik bi soru vardır ya; Arkadaşların mı, sevgilin mi? diye. Sanırım ben buna cevap veremedim bunca zaman. Şimdide veremeyebilirim. Fakat iyi bir öğrenci olduğumu düşünüyorum, iyi gözlemliyorum insanları. Arkadaşlar her zaman daha önemli. Sevgili nedir ki, gelir ve bir yenisi daha gelir. Bitmek bilmez gelgitler. Takılırsın birine birden duruverir her şey. Duran şey gelgitler değildir aslında. Sen kendini durdurmuşsundur. Peki hala gelgitler devam ediyorsa...
Karşı cinse güvenmemem gerektiğini öncelerden biliyordum ben. Alışılmış çaresizlikti benimkisi. Sonra öyle bir şey çıktı ki karşıma, hani abin askerden izne gelir ve onu ilk gördüğün an vardır ya, hani çocuğunun kokusunu ilk içine çekişin vardır ya, hani çocuğunun cinsiyetini öğrendiğin o an vardır ya, hani aşık olduğun zaman vardır hani... Öyle bir güvendi benimki. İçimde bir Berlin Duvarı vardı. O saatten sonra ona ne oldu çok merak ediyorum. Her şey tozpembe gözüküyordu. Ya da ben öyle zannediyordum. Evet ben öyle zannediyordum, çünkü gökyüzü hala maviydi, yapraklar hala sarı, dudaklarım kırmızı.. O vakit bir yolculuğa çıktım. Beş parasız, çaresiz, düşüncesiz.. Mantığımı o kadar geri plana atmıştım ki ahhh benim salak kafam. Zaten mantıklı bir şey gelmedi ki başıma, ben mantıklı düşüneyim. Hani filmlerde imrenerek izlediğimiz aşıklar vardır ya, işte benide izleseniz öyle derdiniz. Bu sefer farklı lan dedim, evet abi farklı dedim. Yok ya aslında benliklerim söylediler kulağıma usulca. Aklımın bi köşesinde kalmış işte. Karşılıklı aşka inanmazdım o zamana kadar. Olabiliyormuş, gerçekten inanırsan olabiliyormuş...
Fedakarlığın anlamını bilmeyen biriyle olmaz. Kelimenin köküne bile ineriz yaa. Feda...
Yapabileceğimiz şeylerin hiçbir sınırı yok aslında. Duvarlar koymaya gerek yok. Engeller aşılabilir, kurallar her zaman çiğnenmek için vardır. İnsan neden kendini kısıtlar ki?..
Birkaç gün önce Issız Adam'a tekrar göz attım. Bazı ilginçlikler fark ettim. Kesin devamlılık hatalarıdır he he tabii.
Affetmek çok büyük bir nimet. Bunu bulamayan var. Yıllardır bir günaydın mesajı alamamış olan var nereden geldiysem bu konuya. Hani elimizdekilerle yetinmeyi, değer bilmeyi öğütlemeye çalışıyorum yanlış anlamayın.
Orhan Veli'de kadınları severmiş. Galiba abiyle en büyük ortak zaafımız bu.
Hayal kurmayı seviyorum. Sürrealist bir yapıya sahibim. Bunu da yeni öğrendim araya sıkıştırayım dedim, belki cool ve bilgili gözükürüz fena mı olur. Hayallerim hep suya düşmüştür ama. Hele uyumadan önceki hayallerim. Birinin bile gerçekleştiğini görmedim. Sorunu kendimde aramalıyım galiba. Çok sorunlu bir yapıya sahibim çünkü. Ben ne zaman bir şey yapsam doğal olarak yine yapmadığım şeyleri cımbızla çekmeleri beni o kadar derinden etkiliyor ki anlatamam. Hassas bir yapıya sahip olduğumu biliyordum. Ama bugün daha iyi anladım. Günlük kelime sayısı(sıradan gün) 800 ile 1000 arasında değişen ben, sadece 102 kelime edebilmiştim. Çok üzücüydü, ama arkadaşlarımın o kadar ilgilendiği görmek beni bi yandan çok sevindirdi...
Öfkeyle kalkan zararla oturur demiş atlar. Ben de diyorum ki ' Bir anlık sinir ve kendini bilmemezlik, bir ömür boyu sürecek kalp kırıklığı'. Sevgi hep baki kalır derler. Ama bakinin anlamını hiç söylemezler. Hiç merakta etmedim. Yeri geldiği zaman söyleyince kimse çakmıyor. O zaman önemli değilmiş...
Bugün 29 Nisan 2016 - Cuma. Berlin Duvarı'nın örülmesi tekrar başladı içimde. Karşı cinse olan güvenim ve inancım kayboldu. Arkadaşlarımın yanımda olduğunu ve kalbimin hala yumuşacık olduğunu fark ettim. Vicdanımın sesini hala duyabildiğimi fark ettim. Karanlığı bir kez daha sevdim. 'O'nu da son kez sevdiğimi fark ettim. Hayallerimi ve planlarımı hep son dakikalarda kimin suya düşürdüğünü fark ettim. Ve karanlığı yeniden sevdim...
Sözler affedilir, unutulmaz...
Bu akşam birçok üçüncü kişi eşlik etti karanlığıma ve benliklerime. Bu da onlardan biriydi. 4 yaşında sevdim bu şarkıyı. İleri görüşlüymüşüm demek ki...
Artık çıkmıyorum İstiklale
Sabah Fatma hanım uyandırıyor
Helva,ekmek,çay bana onlar bakıyor
Odanın hali perişan ben perişan kimse yok işime karışan
Ara sıra balkona çıkıyorum
Fesleğenler kuruduğunda ocaktı ben baharı bekliyorum
Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala
Gözüm şişelere takılıyor becerebilseydim ne ala
Bu günlerde böyleyim ben yas denen şiirdeyim
Bir köşede gülüşün var sırtımda kanlı bıçağın
Hiç bir zaman duymayacağın duysan da anlamayacağın
Bir çığlıkta
Sana birikiyorum...


19 Nisan 2016 Salı

Gitmeye Bir Kala

Bir yönetmen edasıyla biriktirdiklerimi yazmaya niyetlendim. Bir baktım ki elimde hiçbir şey yok! Ama olduğunu biliyordum, öyle hissediyordum.. Hislerimi kontrol etmem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü beni bile yanıltabiliyorlarsa, çevremdeki herkesi yanıltabilecek derecede çıldırmış durumdadırlar. Sakin olmaları gerektiğini, kimseye zarar vermeden içlerine kapanmalarını öğütleyeceğim. Başarılı olabilir miyim bilmiyorum. Denemek korkutmaz her şeyi deneyerek öğrenen biri olduğumu düşünürsek... Aslında kimse korkmamalı denemekten. Zaten elinde olan bir şey yok. Denedikten sonra da olmasa ne çıkar? Galiba aynı kapı. Düşünebilip, anlayabiliyorum...
Yaşantında tatmadığın acıları bir anda tadınca dengen alt üst oluyor. Çevrendeki acıları hissedemediğin ve paylaşamadığın zaman bu dahada büyüyor. Yaşamayınca hissedemez insan. Karşıdan bakarak gene hiç hissedemez. İçinde olmalı, akıtmalı içindekileri. Ama sessizce, kimsenin onu bulamayacağı bir yerde, ister tek başına, ister tek başına... Bir şekilde yağdırmalı yağmurları gözlerinden, dağıtmalı bulutları. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın elbet bir gün güneş açacak. Ama bir yağmur yağar bir güneş açarsa bu dengesizliğe kimse ayak uyduramaz. Ayak uydurmayı bırak yanından bile geçmez. Herkes hayatını ya yağmurlu ya güneşli yaşamak için kurmak ister. Hedefleri hep bu yöndedir ve samimiyetsizdir. Samimiyetin, içtenliğin simgesidir yağmur. O olmadan hiçbir hedefe ulaşamaz insan. Ve senin yağmurlarında ıslanmayan birinin yanında işi yoktur, olamazda...
Babam... Şimdi gökyüzünde, toprağın derinliklerinde, yanımda... Neyi neden yaptığımı, ne hissettiğimi bir tek o biliyor belkide. Beni herkesten daha çok anlıyor. Ben de onu şimdi daha çok anlıyorum... Bir şekilde dolaylı yoldan ortak olduğun sıkıntılarına, dertlerine doğrudan ortak olunca ne yapacağını şaşırıyorsun ve bu empatiden öte bir şey. Yaşantındaki yollara yollar ekliyorsun, daha fazla düşünüp daha az ekmek yiyorsun.. Yıldızın kaybolunca ne güneş ne de ay doldurabiliyor yerini...
Sonucunu bildiğim birçok şey için mücadele ediyorum. Bu biraz salaklık aslında. Cesaretim ve mücadeleciliğim için kendimi tebrik ediyorum. Ayrıca salaklığım içinde bir alkış alabilirim. O kadar kendim olmaktan çıkıyorum ki, bu ben değilim! Gerçek ben, beni ben yapan şeyler eksik. Kendi hayatını bu kadar önemsememek hayatını harcamak gibi. Kendinden çok başkalarının hayatlarını düşündüğünde; merhametli, iyi kalpli, düşünceli... biri olabiliyorsun, ki babam da öyleydi. İnsanın genetiğine kodlanan gerçekler var! Fakat kendi hayatını çok kolay gözden çıkarıyorsun. Ve gitme zamanı geldiğinde sessizce, kimseye hissettirmeden, rahatsızlık vermeden çekip gidiyorsun. Ceketini almıyorsun, senden bir ses kalsın diye. Ancak düşündüğün insanlar o zaman bir şeylerin farkına varabiliyorlar. Çok geç değil mi? Şimdi bile çok geç. Gelecekte imkansız...
Merhamete karşı bir saygınız kalmamışsa eğer geçmiş olsun dostlar. 
Bir de şu var; hayatını sizin için harcayan insanları değilde ondan önceki insanları el üstünde tutmak nasıl bir saygısızlık nasıl bir vurdum duymazlıktır? Her şey yüzeysel olsaydı eğer bizler nasıl var olduğumuzu bilemezdik. Düşünmek ve anlamak bu kadar zor olmamalı. Hele ki kalbine dokunduğun bir insansa ve yağmurlarında beraber ıslanabiliyorsa... Kaybettiğinde nasıl acılar yaşıyorsa, kaybetmeden de acılar yaşayabilmeli insan. Her şeyin güllük gülistanlık olmayacağını bilmeli. Ama artık hissedemiyorsa, çizgisinden çıkmışsa daha fazla acı vermeden gitmeli, giderken bile düşünmeli. Çünkü düşünmek anlamanın yarısıdır.

15 Nisan 2016 Cuma

Derinlik

Yazmak... Eskisi kadar içimden gelen bir şey değil. İçimde biriken hiçbir şeyde yok. Ya da ben öyle zannediyorum. Dışavurum şekillerimiz farklı, çok farklı. Ağlamanın acıları en iyi şekilde def ettiğine inanırdım önceleri. Şimdilerde gözyaşlarımın eksikliğinden yakınır oldum. Neden? Birçok nedeni var belkide. Ama en belirginlerinden; olgunlaşmak, hayatla alay etmek... Eski beni aramıyor değilim. Gerçi her zaman eskileri özlemişimdir.. Hayaller aleminde yaşayan biri olarak yaptıklarım küçümsenecek cinsten. Hiçbir zaman hayallerimi küçümsemedim, kimseninde küçümsemesine izin vermedim. İnsanlar kendi yargı kalıplarıyla her zaman eleştirdiler bu kişiliğimi. Evet kalıplarına göre haklıydılar. Onları seviyordum ve söyledikleri umurumda değildi..
İnsan hayatta kendi kararlarını vermeli. Her ne olursa olsun kalbinin, böbreğinin, bi yerinin sesini dinlemeli. Ses gelmiyorsa bile en son çare beynini dinlemeli. Beyinsiz olduğum için belkide. Çünkü yaptıklarımın birçok açıklaması olmasına rağmen kendimi beyinsiz ama kalpsiz hissetmiyordum. Ne diyordum.. Kendi kararların ve sonucunda kendi pişmanlıkların, hayal kırıklıkların.. İnsan annesi ve babası dışında kimseye muhtaç değil. Babam hayatta olsaydı eğer ona daha çok sarılırdım. Şimdilerde anlatılanlara ve yaşananlara bakıyorumda çok benziyormuşuz. Hani o meşhur sözlerden biri vardır ya; baba olunca anlayacaksın... Olmadan anladım sanırım bazı şeyleri. Hangi yaşta olursan ol, hangi dine, hangi ırka mensup olursan ol tek gerçek, kalplerin her zaman birlikte attığı ve bir kalbi beyinin değil yine bir kalbin anlayacağı gerçeği. Bu hayatta gerçekleştiremediğimiz şeyler için kendimizi sorumlu tutmamıza, suçlu hissetmemize gerek yok. Bir kalp kendi yerine bir kalp bırakır ve o kalpte bir hayata hayat verir...
Son zamanlarda etkilendiğim birkaç şeyden biride Mehmet Pişkin'in intihar etmeden önce yayınladığı videosuydu. Biliyorum sözde hepiniz etkilendiniz orası sürü psikolojisi hıhı.. 36 yılı 14 dakikaya sığdırmıştı. Sakin ve cool gözüküyordu. Ne diyordu.. (Hayatın o tatsız taraflarıyla çok başa çıkamadım herhalde. Nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak incelik ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim ve şu anda bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük haline geldi benim için. Bu konuda takatimin tükendiğini ve işin karanlık tarafının daha ağır geldiğini ve taşıyamadığımı, bir şekilde bununla ilgili donanımları zaman içerisinde çok geliştirmediğimi fark ettim. Ki böyle sarsıntılarda çok dağılıp, kendimi toparlamakta gün geçtikçe dahada zorlanıyorum. Bu da çok sıkıcı bir kısırdöngü halini aldı kısacası. Ve o konudaki ışığı kaybettim açıkçası...)
Kendi varoluş amacını kendisi yaratmış ve bu yola kendisini adamış biriyle aynı dünyada yaşamış olmak mutluluk verici...
Her zaman kalıplardan söz ederdim. Hiç ağzımdan düşmezdi. Hala da düşmüyor. Ne kadar dudakların birbirine vurursa vursun sana şekil veren kalıbın dışına çıkamıyorsun. İfade edebilme gücün bir yere kadar. Daha fazlası felakete yol açabiliyor. Fırtına yerine lodoslu havaları tercih etmeye başlıyorsun. Güneşli havaları bir yerden sonra aklının ucundan dahi geçirmemeye başlıyorsun. Mehmet'inde dediği gibi; ışığını kaybediyorsun... Sağ elinle sol kolunu kaldırmaya çalışıyorsun sol kolunun kendisini yönetebilme yetisini unutarak..
İnsanlığını farklı gözlerde kaybeden birisi olarak yazıyorum bunları. Çıkmaz bir sokağın sonuna geldiğinde geri dönmek ne kadar zorsa, nefret ettiriyorsa kendinden bu da öyle. İnsanlığını Mehmet gibi yaşayan biri olarak -ne kendime pay çıkarıyorum ne de kendimle özdeşleştiriyorum- insanlığından nefret edecek hale geliyorsun. Yaptıklarının önceleri birçok açıklaması varken yapacaklarının da açıklaması önceden yaptıkların olacaktır. Her sorun yeni bir sorun doğurur. Ve her yeni sorun yeni bir çözüm demektir. Her yeni çözümde bazen ölüm...
Yazının başında hiç birikmişim yok desemde, kendime yalan söylemiş oldum. Fakat bu bir birikmişlik mi bilmiyorum. Hayatımı anlamlı kılan ve her daim anlamlı kılacak insanlara teşekkür ederim. Son olarak, sevgi paylaşılmadığı zaman zehirler insanı. Nasıl ki yılanın zehrini bir an önce vücuttan atmak gerekiyorsa sevgi de öyledir. İnsan, kalbi kırıldıkça büyür, kalp kırdıkça küçülür... Bu yüzden beyinsiz olmak mı daha kolaydır kalpsiz olmak mı? Sevginizin üstünü örten ve sevginizi hissedememenize neden olan ne varsa atın. Neyin önemi var ki bu hayatta sevgiden başka? Rüyadan uyandığınızda hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını görmek, sevgiyi paylaşmaktan daha zor olmalı...

7 Nisan 2016 Perşembe

İçten Yanmalı

Güldüren çok şey var hayatta. Tüm fonksiyonlarımı kapatıp insanların onlara göre doğal ama bana göre trajikomik yönlerini izlemeyi çok sevmeye başladım. Bi çeşit gözlem niteliğinde. Kendilerini bildiklerine o kadar inanıyorlarki söylediklerinin kendileriyle çeliştiğini göremeyecek kadar zavallılaşıyorlar. Bu durumda banada malzeme çıkmış oluyor. Yoksa nasıl çekilir bu sahte insanlar?
Sahte insanlar demişken; bazı insanlarda sahtelik bir doğallık konusu. Sonradan eklenmiş falan olamaz. Bir de buna kıskançlık ve fesatlık eklenince üçgenin tamamlanması gerekiyor ama bu üçgen değil beşgen kanaatimce. Son olarak mutluluk ve alt kümesi olarak kendi mutsuzluğuna ortak etme eğilimi de eklenince taşlar yerine oturdu ve köşeler belirginleşti. Keyfime diyecek yok. Nasıl zevk alıyorum nasıl!
Mutlu bir arkadaş sizi kendi mutsuzluğuna sürükleyebilir. Ne kadarda masumlar öyle değil mi? Onlar karıncayı dahi incitmezler...  Bir de sözde mutludurlar hani. Kendi mutsuzluğuna karşısındakini de ortak etmeye ve birlikte harmanlanmaya çalışanların dost rütbesinin arkadaşlık rütbesine düşürülmesine ihtiyaçları var. Filmlerden başka yerde dostlukların o kadar sıcak ve samimi yaşandığını görmedim. Uzun yılları birlikte devirenlerin, canciğer kuzu sarmalarının bile bunlardan nasibini aldığını söyleyebilirim. Uzun yıllar demişken uzun sürmesinin; destek menfaatleri ve at gözlüklerinin payının olduğunu söylersem yanlış olmaz. İşin ilginç tarafıda; kimsenin kimseden haberinin olmaması ve sahteciliğin karşı tarafa da bulaşmış olmasıdır. Bu gibi insan müsveddelerinin karşısındakinin mutluluğunu engelleyecek, sinirini kabartacak, bu yönde cesaretini kamçılayacak arkadaştan hayır gelmez. Aslında doğru olan ''Arkadaşı mutluyken mutsuz yatan sahtedir.'' olmalıymış.
Herkesin gizlediği şeyler vardır. Gizlemiyoruz dersek yalanının alasını söylemiş oluruz. Fakat zaman zaman unutuyoruz görünmeyen gözlerin bizi izlediğini. Sakladıklarımızın günün birinde yüzümüze herhangi basit bir şeymiş gibi vurulduğunda ve bunun yüzlerce sonuca yol açtığını gördüğümüzde pişmanlık kapımızı öyle bir çalacak ki ne çalmak. Sanki arkasından köpek kovalıyormuş gibi, sanki komşunun camını kırıp eve kaçan çocuklar gibi... Zaman üzerini örttükçe biz unutabiliriz ama evrende hiçbir şey kaybolmuyor. Son okuduğum bir makalede uzayda seslerin kaybolmadığını ve ilerleyen 30-40 yıl içinde seslerin ve ışın dalgalarının yakalanabileceği ve en eski zamanlara kadar insanların sesleri ve görüntülerinin ortaya çıkabileceği olasılığı, teknolojinin geldiği noktayı gözler önüne seriyor.
Kendimi kandırılmış gibi hissettiğim zamanlar oluyordu. Sonrasında üstünü örtüyordum ya da bir yerden sonra görmezden geliyordum. Sonra kendimi kandırmamam gerektiğini anladım. Bugüne kadar bilmediklerimi bilmek için yaptıklarım yanlışta olsa sonuçta insan kendisi için var. Bir başkasıyla gelmedik ve bir başkasıyla gitmeyeceğiz.
Yaptığımız her iyilik ve kötülük Allah'a gönderdiğimiz birer işaret. Allah'ın bize gönderdikleri ise yaptıklarımızdan başka bir şey değil. İnsanoğlu bunu görmekte ne kadar zorlanırsa zorlansın elbet bir gün böyle bir sistemin olduğunu kabul edecek. Yaptıklarının sonucunu buna göre yorumlayabilecek. Ama o gün gelene kadar 'Allah kahretsin!' demeyi dilinden düşürmeyecek.
İnsanların hataları artık zevk vermiyorsa hata yapmaktan nasıl kaçınabileceğimi düşünüyorum zaman zaman. Sonra yine mi üstünü örtsem diyorum. Susuyorum. Yalın gibi sevinçlerimi değil olası hatalarımı koyuyorum önüme ve yine sabretmeye devam ediyorum. Yerine geldiğim kişilerin yerini doldurmuş olabilirim ama benden önce sıraya girenlerin önüne hayatımın hiçbir döneminde geçemedim. Neden geçmek istedim ki? Belkide hata bendeydi olamaz mı? Hepimiz kendimizi hatasız görüyoruz. İçimizden bir ses kesinlikle bizim doğru olduğumuzu ve hiçbir dış kuvvetin bunu değiştiremeyeceğini söylüyor. İç sesimizin kölesi oluyoruz adeta. Sorun iç sesimizde de değil aslında. Sorun başlı başına kendimiziz! Kendimizin büyüklüğü, yüceliği...
Son olarak, geçen gün izlediğim bir filmde şöyle diyordu:
Eğer kaçamıyorsan ve tamamen başkalarına bağımlıysan, gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun.