29 Haziran 2012 Cuma

Rol

Şu bir hafta içinde görmediğim, yaşamadığım şeyleri vefasız bir annenin bebeğini cami avlusuna bıraktığında şahit olduğum gibi.. Kimseye güvenmeyeceksin, güvenmemelisin. Evet aptalsındır bunu yaptığında. Çok yakın sandığın arkadaşın bile gün gelir hiç beklemediğin bir tokat atar geçmişine. Senin yaşayamadığın geçmişini büyük bir zevk ile yaşar. Hemde senden habersiz. Çektiğin acılara habersiz yenilerini ekler. Gün gelir hepsi yüzüne vurulur. Faiz yemişsindir hayattan...
Sadece tanım olarak ihanet? düşkünlüktür, değersizleşmedir.Kişinin kendi öz saygısını zedelemesidir. Hayat tercihlerle sürer.
İhanet edene anlayış gösteren kendi öz saygısını, okyanuslardaki gemisini fırtınalara açmış olur. Şans ya karayı bulur ya batar...

Gözünün içine baka baka hala aynı karakteri canlandırmak, insanın değirmenlerle olan amaçsız, sonuçsuz savaşının göstergesi. Rol yapmak gayet önemli evet. Kendimiz gibi olunca kimse ekmek vermiyor..
Son günlerde defalarca kez dinlediğim bir şiir var. Selçuk Yöntem'in sesinden. Ne diyor 'sevmek neymiş bir gün anlarsın'. Çok kalp kırıcı, yaralayıcı. Yaşanmışlık gerekiyormuş gibi olur şiirlerde hani. Öyle değil. Sadece kulak ver. Ne diyorum ben ya...
İşler Güçler dizisi bomba olmuş. Behzat Ç. ve L&M'den sonra izlenesi bir dizi daha var artık..



21 Haziran 2012 Perşembe

Gelecekten bugüne nah geçer bu silsile (Ölüm)

Gününüz ne kadar iyi geçse de akşamına ne yaşayacağınızdan haberiniz yoktur. Amk sanki ilkokul çocuğuna anlatıyorum ya ne oluyorsa bana. Hayalleri, umutları olan insanlarız. Ve bunları gerçekleştirmek adına çabalarımız söz konusu. Bu yola bizimle beraber olanlarla çıktık. Fakat gördük ki yavaş yavaş eksilmeye başladılar. Jurassic Park gibi her gün biri eksiliyor. Size inandığını düşündüğünüz insanların gün gelince inanmadığını anladığınızda, evet üzülüyor musunuz? hayır hiç sanmıyorum. Bunca zaman onlara güvendiğiniz için üzülüyorsunuz. Sadece bunun için. Bize biz yeteriz...
Bir şeyleri terk edip gitmek pek kolay değil aslında. Başka bir hayat, yeni sorumluluklar. Terk etmek? Ölmek bile olabilir. O da terk etmek. En iyi yollardan biri. Hayattayken yanıldığınız şeyleri anlamanın en iyi yolu ölmek. Ama geri dönüşü yok. Geride bıraktıklarınız, evet üzülecekler fakat hayat öyle bir tokat atacak ki onlara yaşarken ölecekler. Ve bir kezde sizinle ölmek isteyecekler. Ölmek mi? Daha çok genciz. Ama kim biliyor ki ne zaman öleceğimizi...
Bazı insanlar küçükken yaptıkları her şeyi, gelecek nesle aktarma çabasında. Hayatlarını nasıl şekillendirmişseler, bizleri de aynı kalıbın içine sokma çabasındalar. Ee.. peki biz o kalıba ait olmak istemiyorsak? zorla mı? evet! bazı şeyler zorla olmak zorunda gibi görünüyor. Hayır hayır böyle bir şey olmaz. Zorbalık gibi bir şey. Biz özgür değil miyiz? Siz kim oluyorsunuz lan! İnanmayan, inanıyor gibi davranan insanlar topluluğu...
Dikkat ettiyseniz şimdinin zenginleri okumamış kişilerden oluşuyor. Evet bunda utanılacak, küçümseyecek hiçbir şey yok. Evet onlar bunu hak etti. Hiçbir şekilde hor göremeyiz. Hangimiz zengin olmak istemez ki bu hayatta? mesela ben. Gerek yok diye düşünüyorum. İhtiyaçlarımı karşılayabileyim yeterli. Ailelerimiz ilerde doktor, mühendis olmamızı isterler. Peki onlar ne olmuş bu hayatta? Olamamış olabilirler. Zenginde olmayabilirler. Ama insanlar. Gerçek insanlar...
Şimdiye kadar hiçbir düşüncemi derinlemesine dile gitirmemeye çalıştım. Başarılı da oldum. Ama düşünüyorumda yanlış yoldayım. Kimsenin kalbini kırmamak, onları kaybetmemek adına hiç ağzımı bile açmadım. Böyle olduğum içinde kaybeden oldum. Göründüğümüz gibi değiliz. İçimizde kim bilir ne fırtınalar kopuyor. Ama hiçbir zaman birkaç yağmur damlasından fazla olay yaratmıyor. Sessiz... 
Bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Birkaç insan eksilecek. Ben bile eksilebilirim bu hayattan kim bilir.. Yaşamak ölmekten daha fazla cesaret ister demişti Afet hoca... Peki yaşarken ölmek?
Çok ölümden bahsettik sanırsam. Bu akşamki parçamız şekillendi. Tabi ki Hayko Cepkin...

20 Haziran 2012 Çarşamba

Saç ma lık lar Sil si le si

12 Haziran'da Game Over demişim. Şimdi fark ettim ki erkenmiş. Asıl oyun şimdi bitmiş...
... eve göndüm. Biraz 'çıplak' davul çaldıktan sonra misafir geldi. Duştan sonra bi arkadaşımla buluştum. Evet son zamanlarda iyi anlıyor beni. Bugün sandalyeden düştü. Herkesin ortasında rezil oldu. Burger'da çalışan çocuğa da. Arka masadan cool bir şekilde oturan çocuğun masasına peçete bırakmasını söyledim. 'Yapamam' dedi. Evet, yaparsın dedim. Cesaretlendirdim. Ve yaptı.. O günden sonra bir hedefi oldu. Her gün aynı AVM'ne gidip bir şeyler yiyor. Bugün menüsü cool çocuktandı. Yapamam diye bir şey yok. Örneklerinden biri. Zaman zaman beni de cesaretlendirecek birileri olsa diyorum. Oluyor da, fakat içimdeki sese engel olamıyorum. Biraz daha çalışmam lazım...
Atölyenin ikinci günüydü. Evet ilk güne nazaran bir daha iyiydi. Teknik konulara geçtik. İlerleyen zamanlar dahada zevkli olacağa benziyor. Senaryo çalışmalarına başlamamız istendi. Ne yazacağımı biliyorum sanki. Yalnızlık...
Evet geçen yazıların birkaçında olduğu gibi bu yazımızda biraz saçmalamış olabilirim. Sandalyeden düşen arkadaş 'bir kişiye takılı kalmaktansa, bir gün onunla diğer gün şununla ol'. Haklı be abi. Bu zamana kadar aman kimse üzülmesin, aman zarar vermeyeyim, aman acıtmayayım masum gibi görünen kalbini.. Hep kendimizi bitirdik. Hep cepten yedik. Şimdi borç alma zamanı. Üzgünüm kızlar :)
Ayrıldıktan sonra genelde kız tarafı sizi kötülemeye başlar. İlişki sürecinde melek gibi bir adamı, pisliğin teki yapar. Kadınlar hiçbir zaman kaldıramıyor ki ayrılığı. Ve devreye bir kadını ağlatmak giriyor. Ağladıkça daha çok üstünüze saldırıyorlar. Biri onları kamçılıyor sanki. Sizinle geçirdiği onca zaman püff.. En kötüsü siz bir şey diyemiyorsunuz. O kadar iyi niyetlisiniz ki susmaktan başka bir şey yapamıyorsunuz. Bundan önceki yazımızda ne demiştik. Soğutarak terk edilmeyi beklemek her babayiğidin yapabileceği bir şey değil. Tüm iyi niyetinizle yaptığınız bu iş, sizi dünyanın en kötü varlığı konumuna çekiyor...
Önümüzdeki hafta hayatımıza kimlerin gireceğini belirleyeceğiz. Temelli ya da kiracı. Ama çelişki olmasın diye kiracı diyorum şu anlık.
Denizleri aşta gel diyeydim akşam akşam. Kiracının şerefine çal bre emlakçı. Haydeee...
Saçmalıklarla dolu bir yazı daha son buldu. Yaşar diyelim.
Kumralım..

18 Haziran 2012 Pazartesi

17 Haziran ∞

Nerede ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bir anda bütün düşünceleriniz değişiyor. Baya normal giden hayatınız o andan sonra karma karışık oluyor. Ne kadar 'hayır' derseniz deyin kendinize yalan söylemekten başka bir şey yapmıyorsunuz. Ne zaman doğruyu söyleyebildik kendimize? Doğru olanı yapıp mutsuz olmak? Yanlış olanı yapıp mutlu olmak?..
Ayrılık sahnelerini kim sever ki? Hani filmlerde iyi gider ama gerçekte? Erkeğin ayrılalım demesi kadına koyar, kadının ki erkeğe. Soğutma yöntemini uygulayan kazanır. Fakat karşı taraf gerçekten nefret ettiğini düşünür. Öyle değildir aslında. Terk edip, büyük bir yara açacağına, soğutup terk ettirmek her babayiğidin yapabileceği bir şey değildir. Üzülmemesini isteyen insanlar böyledir. O yumuşak kalbi sevgisini korusun diye katılaşır, katılaşır, katılaşır..
Birlikte hayaller kurduğunuz insanlar gün gelir o hayalleri, sizin piç ettiğinizi söyler.. yıkılırsınız. İşte o insanların kalbi de katılaşmıştır. Ya da siz öyle görürsünüz. Görmek mi? O hayaller gün geçtikçe yerini farklı hayallere bırakmıştır. Artık hayallerin ne kahramanı, ne de kendileri yoklardır. Yerlerini başkaları almıştır. Geri gelmeleri mümkün müdür? Tabi ki. Neden olmasın. İmkansızı denemek için cesaretiniz varsa neden olmasın..
İkinci bir şans verilen kişiye üçüncü şansı vermek aptallık mıdır? Ya da her kişiye eşit davranmak gerekli midir? İşte üçüncü şanslar her zaman kafamıza sıçan kişilere verilir. Neden? Bir değer ifade ettikleri için mi? Sadece kafamıza sıçtıkları için. Başka hiçbir nedeni yoktur..
Aylardan beri paylaşmayı düşündüğüm parçanın sanırsam zamanı geldi. İlginçtir ki bugüne denk gelmesi. Nasıl oldu da bugüne denk geldi acaba. Pardon bugün diyorum saat 12'yi geçmiş bile. Dün demeliyim. Erhan Güleryüz ne yaşamış hayatında merak ediyorum. Bu adama bunları yazdıran kadını merak ediyorum. İşte Erhan abimizin kafasına sıçan ve bu parçaları yapmasına yardımcı olan kadını merak ediyorum. Hani kadınlar melekti lan? Vay beee...
Ayna - Doğum Günü

15 Haziran 2012 Cuma

Ne aramıştın?

Hacı, ülkemizde Gülben Ergen'in selülitleri bile gündem yaratıyor. Eleştiriler, yorumlar, polemikler. Tabi sizde haklısınız o işten ekmek yiyorsunuz. Son aldığım bi duyuma göre 'hacı' kelimesi p.venk  demekmiş. Akşam akşam çarpılmayalım. Ben demedim, o dedi.
Bugün fark ettim ki, sık sık aynı şeyi yapıyorum. AVM'ye girip iki, üç turladıktan sonra RedBull'umu açıp etrafı seyrediyorum. Ya da parti şapkası kadar büyük IceTea içiyorum. Monotonluk bu olsa gerek. Eski bir dosta rastladım dırıdırıdım yaralarımı deşti.. demek isterdim ama, yok yok deşmedi. Aksine sevindim onu gördüğüme. Kilo almış biraz. Minnak büyümüş.
Hayat acılarla dolu birader. Yalan, yanlış hep acı. Tatlı yanları var, yok mu? Ama genelde acı. Acıları yaşadığımız zaman güçlü olmuyor muyuz zaten? Daha sıkı sarılıyoruz her şeye. Çerez tabağındaki nohutların bile kıymeti bilmeye başlıyoruz. Şu salak kafamız yüzünden ne oluyorsa oluyor. Her zaman zoru seçeriz. Bizi darmadağın edeni, köpek gibi süründüreni görürüz. Hiç görmeyiz bizim için çerez tabağında sadece nohutları yiyen kişileri. Hep fıstıkları, kajuları ayıklayanı seçiyoruz. Hata aramak gerekiyorsa evet, geri zekalıyız..
Pazartesi gibiyim, kimse beni sevmiyor. Hayatımızın bazı zamanlarında hep bunu düşünmez miyiz? Kimse beni sevmiyor. Bizi neden kimse sevmiyor? Bizde mi bir şey var? Ya da her yönüyle kıskanılan insanlardan mıyız? İnsanlar beceremedikleri şeyleri hep kınarlar, kıskanırlar. Ama gün geliyor siz onları beceriyorsunuz. Sorun yaratmayın...
Tek sayıları hiç sevmemişimdir. Aslında çok şey var sevmediğim. Kavgalar ve savaşlar dışında.. diyerek Soner Arıca ile devam etmek isterdim. Neyse, yüksek sesle bir şey anlatmaya çalışanlar, kısık sesle dudaklarını pıtpıtpıt yaparak bir şey okuyanlar(en çok bu), metrodaki yaşlı amcanın koltuk altı, ağzını şapırdatarak bir şey yiyen insanlar.. Hepsinin ağızlarına fırıncı küreği ile vurasım var...
Hepimiz kendimize bir yol çizmek için varız. Peki bu yolu yönlendirmek isteyenlere ne demeli? Sen zamanında o yolu izlemiş olabilirsin. Çamurlu patika bir yoldan ilerleyip, asfalt zemine çıkmış olabilirsin. Fakat devir asfalt yol devri. Hatta ve hatta yolda kalan arabayı vurdurmak görevlerinden biri. O yolda kalsın, şu yolda kalsın eee. Peki hepsi çamurlu yola mı yönelsin? İstekleri doğrultusunda hareket etsin bırak. Sadece saygı duy ve destek çık. Hayalleri ile yaşayan insanlar var. Elbet bir gün gerçekleştiriyorlar. Tüm zorluklara rağmen...
Geldik bu gecenin parçasına. Hoş bir gündü. Hayaller ve ümitlerle dolu. Biraz boşa çıksa da. Gecenin bu vakti hareketli bir şey paylaşılmaz ama elimizde bu kaldı. Hokkabaz(Neyse)...

14 Haziran 2012 Perşembe

Kelime anlamı bilinmeyen kelime

Hayat sokaklarda gerçekten. Gündüz değil tabi. Bu sıcakta deli mi dürter insanı kim bilir. Gerçekten kelimesininde gereksiz olduğunu fark ettim. Yalnızlık diye kelime anlamı bilinmeyen kelimelerden birini yaşar gibi hayat geçer mi lan? Tamam cümleden bir şey anlayan yok benim gibi. Herkesin yeteri kadar arkadaşı, dostu, düşmanı vardır. Düşe kalka yaşarlar. Biz neden hep düşüyoruz. Yok yok hiç kalkamıyoruz demeliydim. Yalnızlık sigarayı ilk yaktığımızda gelen kokudur, soğuk suyun ilk yudumudur, ilk öpücüktür, ilk aşktır, çerez tabağında kalan nohutlardır, çay bardağının dibindeki çöplerdir, televizyonun kapatma tuşudur, ayakkabı bağcıklarıdır, bilinmeyen bir klasörden çıkan fotoğraftır, telefon şarjının hiç bitmemesidir... Kısacası yoktur aslında. Her birey farklı. İhtiyaçları farklı. Geveze bir röportajında şöyle demişti; 'Çocukken ve gençken arkadaşlarım benimle olmayı pek sevmezdi, popüler değildim. Radyoda bu kadar çok konuşma, kendini ifade etme güdüsü belki o dönemlerden kalmıştır.' Haklıydı aslında. Ve sadece bunu kendi için söylememişti. Yalnız gibi hissetmek. Ulan olmasan bile hissetmek sadece. Yalnızlığa uyarlarsak, Kemal Sunal bir filminde cama ekmek banıyordu. İşte Sunal'ın yerinde şimdi ben varım.
Kaybetmek istemediğimiz şeyler.. Kaybederken kazanmak fakat, isteğinle tekrar kaybetmek. Kaybedince sadece bir boşluk olacak. Dolmayacak bir boşluk mu? Cevap vermeyeceğim. Kendi kendime sorular soruyorum. Tanıdığınız bi psikolog var mı? 
Hayat ne zaman adil davrandı. Sen neden konuşmuyorsun? diye sorulduğunda 'çok konuştum, bi faydasını görmedim. zaten sonrada bıraktım' diyesim var. Film repliği falandı galiba bu. Kim olsa dibi düşer. O dip nereye düşer? hep merak etmişimdir. Benim nasıl dünyaya geldiğimi, portakaldaki vitamini, Daha çok şey var merak ettiğim. Yalnızlar ve yalnızlığa mahkum olan insanların hayatı gibi. Yaşarken ölen insanların hayatı gibi..
Peder ve valide kavramları. Sevimli gibi gözüküyorlar. Hepte kullanıyorum. Belki karşı cins bundan uzaklaşıyor. Kim bilir. Gelen kutuma baktım, hiç kimsecikler yok. Giden kutumda ise sıra bekleyenler var. Değer bilinir mi? Değer nedir aslında. Kim değer bildi bu zaman kadar? Yırtalım kendimiz sonra elimize alalım oynayalım değil mi? Evet evet, günden güne ders alıyoruz. Hemde ücretsiz. Var mı daha beleşi? Yok. Gurur denilen şey çok pis. Her şeyi onun uğruna kaybedebiliyoruz. Kaybetmek mi? Sıradaki...
Herhalde yukarıdaki satırları özetleyebilecek bir şarkı bulmak şarttı. Hakan Hepcan güzel yazmış. En yalnız haliyle yazmış. İlaç gibi gelsin o zaman? Damar konuşmaları falan ıyy çok ters. Kuma - Yalnızım yine...







12 Haziran 2012 Salı

Game Over 02:43

İhmal ettik burayı. İş, güç, koşturmaca. Ne işe yararım ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Virgül pek kullanmam. Söylemiş miydim? 10 gün sonra yazıyorum. Gece 2 suları. Evet yazmamın en büyük nedeni. Gece yarısı olması.
Hayatı ne geri sarabiliyorsun ne de geri. İleri sarmayı boşver. Yaşayarak öğrenmek varken. Sar bakalım geri sarabiliyorsan. Bazı anları tekrar yaşayabilmek için, pişmanlık anlarını telafi edebilmek için, ağzınızdan dökülen birkaç kelimelik cümleyi tekrar kurmak için ya da tamamıyla silmek için. Ne anı geri getirebilirsin, ne gidenleri, ne kalanları. Aslına böyle bir imkanımız olsaydı mücadele etmeyi bilmezdik. Geri kazanmak için çabalamayı öğrenemezdik. En önemlisi acı çekmenin ne olduğunu bilemezdik.
İnsanları yanlış anlayabiliriz. Hangimizin düşündüğü bir oldu ki? Adı üstünde yanlış anlamak. Hani bunu nasıl açıklarız bilmiyorum. Karşındakinin tüm iyi niyeti bir anda kurduğu birkaç kelimelik cümle, senin zihninde kötü düşünceler uyandırabiliyor. Ya sen buna programlısın ya da gerçekten aptalsın. İyi niyeti kötü yormak. Ya da bunun olması için bahaneler bulmak, zemin hazırlamak. Yorumsuz.
Şu kelimeler yetersiz kalıyor dedikleri an doğruymuş meğersem. Hep merak ederdim, var mı öyle bir an diye. Gerçekten varmış. O an kelimelerden çok vücudun, mimiklerin konuştuğu bir an. Peki ya yanında değilse? Telefondan konuşmak? Haydi! Ne yapabilirsin. Elinden ne gelir. Şansın yüzde kaçtır?
İnsanlar hiç görmedi beni bu zamana kadar. Benimde onları görmediklerimi zannettiler. Fakat hep gördüm. Her şeye şahit oldum. Duygular büyüttüm. Umutlandım, heveslendirildim. Hiçbir zaman heveslendirmedim. Karşımdakini hep dinledim. Suçlu olsa dahi. Kendimi  dinlettirmeye de çalıştım, fakat. Neyse boş şeyler bunlar.
Aşk, sevgi bunlar kendi arasında bir konu. Bağlanmak? Çok çok farklı bir konu.
Haydi söyleyin bana geceleri uykunuzu kaçıran kim olacak hayatınızda, yemek yemeği unutturabilecek, beton yığınları arasında çiçek açtıracak, hayata pozitif bağlanmanızı sağlayacak kim olacak söyleyin? Var mı öyle biri? Varsa kıymet biliyor muyuz? Bilin işte, bilmezseniz salaksınız. Hepimizin bilmediği gibi.
Kendi mezarını kendisi hazırlamak. Dal koptu, düşüş gerçekleşiyor. Haziran ayı hiç iyi gelmiyor. Lanetli gibi. Her sene aynı günler ya gelen kutusu doluyor ya da giden kutusu boşalıyor. Anlamadım bu döngüyü. 
Eksik bir şey mi var?

2 Haziran 2012 Cumartesi

Kocaman bir hayat ve kocaman hayallerin içinde

Kocaman bir hayat ve kocaman hayallerin içinde, kıyıya vurmuş ufak bir balık gibi çırpınıyorum. Suya ulaşmak imkansız gibi görünüyor. Kumların ıslaklığıyla hayatta kalabilmek için çabalıyorum. Hani büyük balık küçük balığı yutar derler, peki ne zaman küçüldüm. Büyük balıkken neden küçük balık oldum anlamış değilim. Dalgalarda çok sert vuruyor bu arada, canım çok yanıyor. Dalgaların gelişiyle suya dönmek için ümitleniyorum ama umutsuz vaka. Yavaş yavaş kurumaya başlıyor bedenim. Güneş ışınlarını bana gönderirken. Gözlerim tam kapanırken tekrar açılıyor. Kendimi bir kavanozun içinde buluyorum. Su sıcakcık.. Terlemeye başlıyorum hafif hafif. Bu kavanoz yaşanacak gibi değil. Kapağının açılması için çırpınıyorum içinde. Bunaldım ve sıkıldım. Ne kapağını kendim açabilirim, ne de kavanozu kırabilirim tek başıma. Umutsuz bakışlarla bakıyorum çevredeki insanlara. Hepsinin yüzü gülüyor, hepsi çok mutlu. Evet, sadece ben mutlu değilim. Bu lanet yerde mutlu değilim. Sonra gözüm ilişiyor ufak kız çocuğunun asık ve mutsuz yüzüne. İçimden beni ancak sen kurtarabilirsin diyorum sanki konuşabiliyormuş gibi. Bir anda göz göze geliyoruz. Uzunca bir süre bakıyor bana gözünü ayırmadan. Yanıma doğru ilerliyor. Kavanozdan beni çıkarıp, akvaryumun içine koydu. Akvaryumu taşlarla, bitkilerle donattı. Artık ona minnettardım. Onun yüzündeki mutluluğu da görmenizi isterdim. Beni, o sıkıcı, bunaltıcı, ölüme itekleyici kavanozdan çıkarmıştı. Haziran ayları idi yanılmıyorsam. Kavanozdan çıktığım gün takvimde Haziran yazıyordu. Gününü pek hatırlamıyorum ama ortalarıydı galiba. O ufak kız çocuğuyla o kadar güzel 14 gün geçirdim ki, Kıyıya vurduğum günleri, kavanoza tıkılı kaldığım zamanları çok çabuk unutuverdim. Ne olduysa o güzel günlerden sonra oldu. Evet, o kız çocuğu. Benim hayatımın en önemlisiydi. Öyle de olması gerekiyordu siz ne dersiniz doğru değil mi? Benimle vakit geçirmekten sıkılmış olacak ki, beni deniz kıyısına götürdü. Hiç düşünmemiştim böyle olacağını, hayal bile edemezdim bu kadar güzel yaşanmış şeylerin ardından. Akvaryumu gözlerine doğru yaklaştırdı ve yüzüme baktı. O da çok üzgündü fark etmiştim. Ama ne bileyim çaresizlik mi desem, mecburiyetten mi yoksa gerçekten benden sıkılmış mıydı? Beni denize salmasını beklerken akvaryumdaki suyu yavaşça boşalttı ve beni ıslak kumların üstüne akvaryumda fırlattı. Ardına da bakmadı. Akvaryumda çırpınırken, önceleri canımı acıtan o hırçın dalgalar beni akvaryumun içinden alıp denize çekti. Artık özgürdüm, ufacık akvaryuma tıkışmayacaktım. Doğduğum, büyüdüğüm yere geri dönmüştüm. İtiraf etmeliyim ki, denizi akvaryuma tercih ediyorum. Tamam deniz büyük ucu bucağı yok, fakat denizde sevgi yok ki. Peki ya akvaryum öyle mi? Daracık, ufacık, sıkıntılı, ama dışındaki sevgi dolu. Umarım kendimi çabuk toparlarım uçsuz bucaksız büyük hayatta. Aslında iyi oldu ya bir yana. Başta beni denize salması, her şeyi anlatıyordu. Bana değer veriyordu. Sonuçta ben bir balığım. Mutlaka bir gün öleceğim. Öleceğimi bildiği için, kaybetmek istemediği için, kaybettiğinde daha çok acı çekeceği için beni baştan denize bıraktı. Mutluyum sanki birazda buruk.. Büyük balıklara yem olmadan...

                                                                                                                    

Düşünce mekanizması, günlük raporu

Muz kabuğum yanımda, daha çöpe atmadım. Sandalyeden düştüm düşeceğim. Fonda gereksiz bir müzik. Öleceğim, öleceğim diye anırıyor. Kendinizi değersiz ve mutsuz mu hissediyorsunuz? Daha önce yaptıklarınızdan zevk alamıyor musunuz? O zaman tam size göre bir şey var bizde !! Depresyon... reklam metni gibi olacaktı neyse...
Şiir yazmak ister miyim, sanırım güzel olabilir. Denemişliğim yoktu sanırsam. Yok yok vardı. İlkokulda bir kıza yazmıştım ve bütün ilgi duyduğum hatunlara o şiir ile yanaşmıştım. Ne günlerdi be. Konudan haberimiz bile yoktu. Her şey laylaylom geçecekmiş gibi gelirdi. Belkide sadece kız arkadaşım var demek için böyle şeyler yaptık? Yaptık diyorum ama, kız arkadaşım var demek için böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. Bu arada oda karanlık, tuşlar gözükmüyor bile, bakmadan yazabildiğimin farkına vardım, ilginç. Yanlışlıkla virgüle mi basıyorum ne. Ne diyorduk, evet böyle bir şey yapmam. Ne gerek yavrum? Hayalleriyle oynamak bir genç kızın...
Kalbim çok temiz galiba. Yahut ben öyle zannediyorum. Günlük hayatta yaptığım yorumların hepsi birer birer gerçekleşiyor. Şaşırıyor çevremdekiler tabi ki. Bu dönemlerde en istesem yukarıdan olacak galiba. Denedim, denemedim mi sanıyorsunuz. Ama sonuç alamadım daha. Beklemek gerek..
Bir kişiye bağlı yaşayamayız. Mümkün değil. Sizce? Şu deli gibi aşk yaşayanları merak ediyorum. Kobay fareler sanki. Aşkta böyle bir şey. Verdin mi serotonini istediğini yaptırırsın. Aşk hormonu diye araştırınca, öyle bir şey daha bulunamamış. Hangi akıllı araştırır böyle bir şeyi. Sokağa çıksam binlerce ergen bulurum araştırabilecek. Hepside kendini aşık zannediyor bu durum çok koyuyor. Son olarak aşkım ve sevgilim kelimeleri. İtici şeyler...
İnsanlar çevresindeki insanları çok sonra fark ediyorlar. Dikkatsizlik ve hissizlik had safhada. Gözler önemlidir değil mi. Hormon sistemlerinde sorun mu var? Serotonin salgılanmaz mı herkes için?..
Herkes iç güzellikten bahsetse de, hep dış güzelliğe bakılıyor be yavrucuğum. Hatunlar ne kadar odun olursa olsun yontmayı seviyorlar demek ki. Neden bu konulardan bahsediyorum, ne yapıyorum, şu an ne durumdayım, çıplak mıyım, üzerimde krema mı var kim bilir..
Bugün stüdyoya gittik. Hiç olmadığı kadar iyi çaldık. Fena değildik. Ve geldim bi posta daha bam bam bam. Bagetlerim kırılma aşamasında. Dünden beri bir şarkıyla daha takışmış durumdayız. Şöyle diyor; 
Durun lütfen, müsait bir yerde öleceğim,
Hayat memnun etmedi, iade edeceğim,
Durun lütfen, müsait bir yerde öleceğim,
Dünya dönecek gene, ben görmeyeceğim.