Yalnızlık diyordum: hiçbir zaman yolun sonu olmamıştı.
Abartıldığı kadar yeraltındaki bir sığınak değildi. Aşinaydım ben senden önce
de. Çırpınmadım hiç, tutunmak istemedim kimseye. Çünkü biliyordum, dilenmenin
kök salmakla bağlantısı yoktu. Sormazdı kimse ne hissediyorsun diye, basıp
geçerlerdi, alıp giderlerdi istediklerini. Doğru olan demlenmek değil miydi?
Peki neden beceremez insan? Ee gidelim geçmişe yine! Babaya mı soralım, anneye
mi? Hangisinin suçuydu böyle olmasına neden olan? Onları suçlayarak hayatın
anlamını, kendi anlamını çözmeye çalışmak kaybolmakla sonuçlanırdı. Varken de
yok gibiydiler, benim gibiydiler. Haklıydı belki de psikoloji bilimi. Peki ama
savaşın mı bitmişti yoksa ben figüran olduğumu mu anlamıştım?
Günü gelen pişmanlıkların birinde insan soracak kendisine:
neden yalnız kalmayı başaramadım diye. Neden yankılanmadı duvarlarımda
hıçkırıklarım, neden yatağın en ucundaki soğukluğu hissedemedim diye. Daha da
uzatayım mı? Hani aklınıza gelmez, belki bir empati falan? Hiç yoktan sempati? Çünkü
hiç görmedim ben, ani kalkışların başarılı inişlerini. Dedim ya: günü gelen
pişmanlıklar. Düne saygı duyulmayıp yoksayılmış, bugüne çirkin tebessümler
atılmış, yarına ise köksüz güzellemeler salınmış…
Yazdıklarımdan bağımsız söylemek isterim ki bugün bir dönüm
noktası benim için. Eğer bu satırları okuduysanız yüzünüzü aya dönüp, benim
için gülümsemenizi isteyeceğim. Ay burcu yengeç olan bir kadın benim için
gülümsemişti ay dedeye. Beni tanımamakla birlikte, bütün iyi dileklerinizi bir
mahsun gülümsemeyle ay dedeye gönderirseniz beni çok mutlu edebilirsiniz. Çünkü
anladım ki benden başka kimsenin gülümsemeye ihtiyacı kalmamış. Fazlasıyla
varmış, açılmış, saçılmış… Satır aralarının değil, tüm satırların bana ait
olduğunu anlamam daha dün gibiydi. Ama bugün önemini mora çalan bir Sezen Aksu
şarkısıyla yitirdi.
Bildiğin gibi
Her gün farklı bir karaktere bürün..
19 Ağustos 2024 Pazartesi
Mora Çalan Yalnızlık
16 Ağustos 2024 Cuma
4'ncü Evre Sonu 5'nci Evre Başı
Kendime kızmayı denemiştim başlarda. İyi gelir diye düşünmüştüm. Bir cevap aramıştım; tüm yanlışların arasında. Bulamayışım ondanmış, bedelmiş, ödenirmiş. Nasıl bir borca bulaştırdın beni tanrım! Nasıl bulandı içim dışım? Bu bulanıklık midemle mi alakalı yoksa beynimle mi? Bu çıkmaz neden?
Bazı sofralara meze olduğum akşamlarda duymaktan asla
sıkılmadığım bir cümle var “ben olsaydım” diye başlayan. Peki siz olsaydınız
nasıl başlardınız? Ben olmak size neden bu kadar uzak? Üstünüzde değilim, göz
gözeyiz hala. Neden siz olsaydınız kafayı tırlatırdınız? Yoksa kader mahkumu mu
olmalıydım? Fırsatta vardı elimde, dilimde, kalbimde… Peki ya beynimde? Çünkü
ben beynimle sevdiğimi öğrendim. Kalbe yapılan klişe göndermelerin hiçbir anlam
ifade etmediğini de kuşluk vaktinin ilk dakikalarında. Korkuyordum gecelerden
ve bir de ayakım üşüyordu. Başında olmasa da sonunda öğrendiğim: güçsüz
değilmişim. Meğersem ben, merhametin uzun soluklu dostuymuşum. Öyle derler ya,
7 yıldan uzun süren arkadaşlarınız artık ailenizdir diye. Siz kusuruma
bakmayın, sallıyorum yine instagram postlarından, acınacak haldeyim. Burası
beni belki sevimli bulursunuz diyeydi. Ha unutmadan, hani öyle derdi; yoksa
iddia mı ederdi? Duyamadım, bir daha söyler misin? Sıra bende mi? Pekala… Dev
aynası değil de boy aynası mı edinmeli? Ahh unutmuşum; yüzünden dolayı
aynalarla olan uzaklığını. Yüzünden mi dedim! Alışkanlık işte…
Ve son demler artık. Sondan bir önceki evrenin
çıkmazındayım. Merak etmeyin geri dönmeyeceğim. Çünkü yürüdüğüm yol kıymetlidir
benim için. Gündelik heveslere değişmedim bugüne kadar. Yapmadım yaptığınızı,
harcamadım bağlarımı, kaçmadım geçmişimden, kaldırmadım havaya doğru burnumu;
bakmadım karşıdaki dağlara, korkmadım geleceğimden, satmadım kahkahalarımı;
etmedim alemlerde meze, saldırmadım görmemiş gibi, yoksaymadım umarsızca,
aramadım yüzsüzce, acıtmadım altını çize çize ve bir de yüreksizce…
Burası bir çıkmaz. Fakat son dönemde çıkmazın derinliklerine
yeni komşular taşındı. Veryansın ettiler tabii ki demedikleri kalmadı. Dönemem
dedim geri. Yardım edeceklerini söylediler; farklı bakış açıları sunarken.
Evlerindeki gizli geçitten bahsettiler. Ama tanımıyorlardı beni, senin aksine.
Tanımadan alamayız seni evimize dediler, yine senin aksine. Tanımaya değecek
insanlardı, seninkilerin aksine. 5'nci evrenin portalıydı onlar,
kıymetliydiler. Dedim ya geri dönemem; kıymetlidir yürüdüğüm yol uğrunda geçmişi
bulanık olsa da. Halbuki biliyorum bir alt sokağın 5'nci evreye açıldığını.
Eğer geri dönecek olursanız, çıkmazın derinliklerine adımlarınızı
yönlendirmeden önce sağınıza solunuza iyice bakın derim. Ahımı düşürdüm bir
yerlerde, derinlerde. Bulursanız onu da yanınızda getirin. Ama korkmadan
yürüyün, merhametimin gölgesi en kral eşlikçiniz olsun, yine senin aksine, yine
sizin aksinize…
Hoş geldin 5'nci evre!
11 Ağustos 2024 Pazar
Derdin Kendimi Bulmaktan Ziyade
Etkisi altındayım yıldızların. Aslında milyonlarca, milyarlarca yoklar. Gördüğüm kadarıyla çoğu sürekli kayma eğiliminde. Hayır, astigmatım olduğunu unutmadım. Birçok şeyi unutmadığım gibi. Sahi, neden unutamadım diye yazmadım? Unutmadım mı unutamadım mı? Çöplük durgun uzun zamandır. Gülümsüyorum çünkü, durgun bir çöplük senaryolara meze olur çoğu zaman; ıssızda geçiyor cinsinden. Plastik bir çocuk bisikleti de var aralarında, solmuş bir çift ciğer de. Hiç çocuk bisikleti kokar mı? Onu da geçtim peki ya hiç plastik kokar mı?
Usulca dolaşıyorum tüm tepeleri. Korkma kalbim özel isim
değil burası, ilk defa mı çöplükte bulundun sen? Labirent vari bir yer burası.
Sizin farklı tasvir etmenize karışmıyorum. Çöplüğüme dokunma! Biraz
sekülercilik oynarken sisteme başkaldıralım. Uzağım sahte hayatlarınızdan.
Kaldı ki mutluyum da. Her neyse ne diyordum? Tüm sokaklarına girilmiş, tüm
tepeleri kuşatılmış… Tamam tamam devam ediyorum.
Yavaş yavaş atıyorum adımlarımı, bazen hiçbir şeyi
kaçırmamak için bazen de kendimi tanıyamadığımdan. Çok mu önemli bu
tanışıklığımız diyorum; cevabını yeni yeni duyuyorum. Çok mu eminsin
duymadığımdan diyorum; aksini bile ima edemiyorum. Eğer bu dünyaya bir edebi
sanat bırakacak olsam bu "tanıyıpta tanımamazlıktan gelme" olurdu.
Durun! İlk önce ben kendimi tanıyacağım. Yoksa size ilk anlamıyla “iyi”
gelemem.
İyi demişken, çöplükte bulamamışım. Sanki oradalar ama yok
gibilerde derinlerde. Sadece bir his. Artık his yumağı da değil. Çünkü artık
hepsi yerli yerinde. Tepelerin derinliklerindeki iyiler toprağa karışmış birer
mikroorganizma gibiler. Görmek imkansız olmasa bile ulaşmak, imkansızdan da
öte. Yine de orada olduklarını bilmek, kim olduğumu hatırlatan cinsten.
Hissedemiyor da olabilirdim. Düşünsene nasıl fena, nasıl boktan…
Zamanı demliyorum artık. Ne zaman bir yudum alabilirim,
bilmiyorum. Dönemin büyük riyakarlarını irdeliyorum. Ne zaman bir haber gelir,
bilmiyorum. Bir gözüm geçmişime odaklanırken, diğer gözüm “gelmişini ne
yapacağız” diyerekten mahsun. Bir de kalp gözüm var tabiki hatırlatan
güzellikleri ve aynı zamanda kötülükleri. İnsanımsı değil insanmışım meğersem,
nitelikliymiş sevgim. Beyaz eşyaymışım meğersem, dayanıklıymış alt metnim. Ama
şans işiymişim bir yerde, kullanmasını bilene. Yitirilmişim de günün birinde;
hiç değmeyecek son bir tüketiciye…
Şimdilik son bir ah… Tepelerin dibinde iyiler de yok artık,
görünürde kötüler de. Sadece acı bir halüsinasyondan ibaret kekremsi görüntüler
kalmış yığınla. Onlarıda yağmura emanet ederken dilimde bir acı beddua; iyi
kalpli insanların tezahür edebildiği türden...
Not: Başlığım doğru
25 Şubat 2024 Pazar
Yatağın Soğuk Tarafı Sıcak Kalmalı
Kendimi kaybedişimin üzerinden fazla geçmedi. Sanırım birkaç ay önceydi. Bulduğumu sandığım anlar da oldu ancak birer kandırmacadan ibaretti. Aslında kandırmacadan da öte bilmediğime alışmak istememekmiş. Hiç böyle olmamıştı ve hiçbir zaman da böyle olmayacak düşüncesiyle yaşamıştım. Uzun bir hikayeydi anlayacağınız. Ama biz anlayamamıştık. O şeyin içindeyken anlamsız gelenler, değerini yitirmiş gibi gözükenler, oyun bittiğinde ne kadar da kıymete binermiş. Oyun bitti dediysem eller yukarı gibi değil. Sobeleneli çok oldu. Hatta üzerinden yıllar geçti. Ama şimdi bakıyorum da çoğu yanılsama, eksiklikleri gidermek için kullanılırmış. Sevilme isteği, ilgi görme isteği, ilgi duyma isteği... Tarkan'ın karması mıdır bilinmez ama ona da inanırım hani. Önemli olan "hatalar yapılır mühim değil" diyebilecek alanı yaratabilmekmiş. Neden bir dağ olamadım bunca zaman? Bir dağdım aslında; bir dağ serabı. Sönmüş bir volkanikte değildim küllerimden doğabileyim. Bu sefer başaramadım. Ben kendime dayanamazken sen nasıl dayanabilirdin bana? Sertab'ın dediği gibi, biraz daha dayansaydın sarar mıydık belki? Ama çokta istedim gitme diyebilmeyi. Bir ölüm mü doğurduk şimdi? Emzirecek miyiz bile bile?
Ölüm demişken, ölüm acısıyla birebir yüzleşmeyenlerin
ayrılık acısının nasıl hissettirdiğini tam olarak anlayamadıklarını
düşünmekteyim. Babamı kaybettiğimde 19 yaşındaydım. Ölüm haberini aldığım günü
hatırlıyorum. Sıcak bir histi, çok sıcaktı. Hani yemekten bir kaşık alırsın ve
damağın yanar. Ama acısı gün geçtikçe daha da artar, demlendikçe koyulaşır
acın. Kaldı ki gelişim çağındaki bir çocuktan birkaç yıl ayrı kalmış bir
babanın hissettirdiği duygulardı bunlar. Yıllarca mücadelesini verdiğim,
tanımlamaya çalıştığım bir duygu yumağıydı ve bitmedi. Ayrılıkla ölümü
birbirinden ayıramıyorum o yüzden. Hele ki ilk ve son'da da dedikleri gibi,
"her şey sığmaz aslında onca yıla ama sığdı" cinsinden izler
taşıyorsa bu ayrılık. İşin en acı tarafı, köz haline gelmeyecek, küllenmeyecek.
Çünkü ben ölümü biliyorum. Sıtmaya razılığımı kaybedeli de çok oldu.
Bir hologramla hayatıma devam ediyor gibiyim. Birden mutfak
sandalyesinde beliriyor. Karşılıklı oturuyoruz. Ben çay içiyorum, ağlıyorum. O
gülümsüyor. Daha sonra koltuğun köşesinde fark ediyorum onu. Dizlerine yatmak
istiyorum, ağlıyorum. Duş alırken duşakabinin kapısı açılıyor, bir anda
beliriyor. Ağlıyorum diyorum, gülümsemeye devam ediyor. Araba kullanırken de
yanımda oturuyor. Bu seferde dinlediğim şarkıların ne kadar sıkıcı olduğunu
söylüyor. Anılarımızın olduğu yerlerden geçiyorum. Bazılarına umarsızca
sürüyorum, düşünmeden koşuyorum. Bir göl kıyısında meyveler yediğimiz bankta
oturuyorum. Bu seferde yanımda yoksun, korkuyorum. Ama beni yenemediği tek bir
yer var. Yatağın soğuk tarafını sıcak tutmaya çalışıyorum. Çizgi filmlerde
ruhun bedenden çıkışını hatırlıyorum. Şimdilerde o hologramla adeta
bütünleşiyorum. Birlikte uyuyor, birlikte uyanıyoruz. Ama sadece ayaklarım
üşüyor. Normal mi?
Her neyin içindeysek bunu onunla mahvettik. Bu sefer
beceremedim, beceremedik. Şimdi şarkılarda buluşuyoruz. Ağlıyoruz, gülüyoruz,
birbirimize giydirmeye devam ediyoruz. Suçlarken birbirimizi en güzelleri
yitirmişiz, görememişiz. Şimdilerde daha iyi anlıyorum. Kabul ediyorum; çok
özledim. Sesini, tenini, kokusunu... Sanırım en çokta uyandığım ilk saniyeler
hayatımda varoluş hissinin verdiği mutluluğu. Dur, dur! Ağlamayı sevmediğimi
söylemiş miydim?
Buraya kadar okuduysanız, merak etmeyin bitiyor. Tahmin
ettiğiniz gibi yazdıklarım son buluyor.
9 Şubat 2024 Cuma
Ardına Bakma
Bize zarar verenleri hayatımızdan çıkarmak ne kolaydır aslında. Özellikle sinirlerimize hakim olamadığımız zamanlarda bir saman alevi vaziyeti alırız. Fakat önemli olan bu süreci kızgınlıklarımızın durulduğu düzlemde ele alabilmekte. Bazen her şeyin farkında olup sustuklarınız vardır; kendinize koyduğunuz zaman aralıklarıyla süslenmiş. Hani zamana bırakmak gibi değil de içinizin soğukluğunu hissettiğiniz anı bekleyen. Gözbebeklerini büyütecek, kan basıncını yükseltecek yüzleşmelerin kararını aldıran ağrılı o süreç. Kızgınlıkların kırgınlıklara dönüştüğü, kapanma olasılığının varlığı bilinen ancak kapanması istenmeyen yara izlerini barındıran, burun direğinin sızlamasının ne olduğunu anlatan sancılı o süreç. Bildiklerini saklamanın verdiği oburluk hissinin dayanılmaz hale geldiği, geçmişini bilmeyenlere karşı oynadığın köşe kapmacaların yorgunluğunu hissettiğin, bilenlere karşı köprücük kemiği arkadaşlığı kurduğun sürüncemeli o süreç...
Ardıma bakmadan yaşamın ne demek olduğunu bilmiyorum.
Baksanıza süreç deyip durdum. Bir yoldayım ancak kendi yoluma da benziyor.
Sadece benziyor. Delta gibi çatallaşıyor fakat sürekli kendi yoluma benzeyene
bağlanıyor. Sizi tanımıyordum, nereden geldiniz? Neden yollarımız kesiştiği
halde sizin yolunuzdayım? Yorgun olduğumu sen biliyorsun. Bir dakika hayır, sen
bilmiyorsun, sen de bilmiyorsun. Matematiğim kötüdür ama bu denklemde kaç kişi
olduğunu bilmeyecek kadar da aptalımdır. Aptalım dediysem sizi savurup, sizinle
savrulacak kadar aptalım. Bulunacağım günü beklemekteyim. Ama siz bir an önce
lütfen durulun. Durulun çünkü geçen akşamlardan birinde yağmur yağdı, sizinle
birlikte dinledik. Oysa siyah bir kalemle kırmızı çizgiler çizmiştik. Sonra
kırmızılar birden aktı, aktı ve aktı... Peki ya bu ben miyim? Neye dönüştüm,
kim oldum? Sen kimsin? Nereden geldiniz?
Ne diyordum? Ardımda bırakacaklarımdan bahsediyordum.
Gözlerimin içine bakıp, bildiklerimi söyleyemeyenlerden, türlü bahanelere
sığınanlardan, davranışlarına gölge düşürenlerden bahsediyordum. Hani şu, midem
müsaade etse gözlerim belki bulanacak tarzındaki bildiklerimden. Oburluğun son
bularak türlü yargılamalara maruz kalacağım o anın ateşiyle sönmekteyim. Ben
yanmadım, söndürüldüm.
11 Ocak 2024 Perşembe
Dengeli Yaşamın Bir Numarası Yok
Kısa süreli ruh değişikliklerinin verdiği hazzı psikopatça buluyorum. Hiçbir davranışın normal bir formu olamaz, bunu da kabul ediyorum. Koltukta binbir umutsuzluklarla sızıp kalmışken, ağlayarak uyumuşsan veya ağlayarak uyanmışsan; gelen bir mesajın, aramanın dünyanı nasıl güzelleştirdiğine tanık oluyorsun. Az önce süzülen yaşlar da sana aitti, bu gülümseme de. Bu dengesizliği dengelemek adına ne yapılabilir henüz bilmiyorum. Tek yapabildiğim tüm odaları sulamak gözyaşlarımla. Sonra tüm odalarda şarkılar söylemek, kahkahalar atmak. Dengelemek demiştim ama yaşamın tadı dengesiz olmasında sanırım. Kalp atışlarımız gibi. Bir yukarıda bir aşağıda. Düz çizgiyi çizmemeli hiçbir zaman. O zaman denge arayışını bir kenara bırakmalı. Ne yapmalı? İnişleri severken çıkışları elimizin tersiyle itmeli. Evet!
Sevmeye aşık olan birinin hikayesindeki başrolü
canlandırıyorum. Biliyorum, en iyi yapabildiğim şeylerden biri sevmek. Bazen
sevilmeyi de deli gibi istediğim olmuyor değil. Sevilmek neydi? Hatırlamıyordum
uzun zamandır. Hoş, bir nergis taklidi yapmana hiç gerek yoktu. Ben senin
kardeleninken, sen neden benim nergisim oluyorsun? Rengarenk çiçeklerini açman
için illa baharı mı beklemeliyiz? Toprağın altında buluşabileceğimiz gerçeğini
unutmuş değilim. Ama ben seni tüm renklerinle sevmek istiyorum. Ben toprağın
üzerine atmışken kendimi, sen bir şeyler söyleyip toprağa geri çekilmemelisin.
Dikkat etmelisin çiçeklerine zarar gelmesin. Belki de hiçbir zaman bir
kardeleni sevmedin. Bir kardelen tarafından da sevilmedin. Olsun, bahara ne
kaldı?
Son bir şey daha. Bazen sırf değersiz hissetmek için
kendinizi değersizleştirdiğiniz oluyor mu? Kendi değerinizi sizden başka hiç
kimse belirleyemezken ve ipler bizim elimizdeyken bunu neden yapıyoruz? Dipte
olmanın sessizliğini mi, yoksa yeniden gerçekleşecek geri dönüşlerin hazzını mı
seviyoruz? Peki ya bu kadar soru hayatımız boyunca cevapsız kalırsa? Tıpkı bu
sorunun cevapsız kaldığı gibi...
24 Aralık 2023 Pazar
Ne Yaparsan Yap Diyemem Zaman
Bağlar... Hayatımız boyunca sahip çıktığımız o görünmez örüntüler. Bazen özen göstermediğimiz, bazen yere göre sığdıramadığımız. Öyle anlaşılmaz geliyor ki ömrün boyunca söküp atamayacağın görünmez bir bütününün olduğu gerçeği. Mantığın devre dışı, yapabileceklerin sınırlı... Halbuki böyle konuşmamıştık zaman! Gerçeklerle işimizin olmadığını söylememiş miydik birbirimize? Sözlerimizi tutamayacağımız aşikardı. Çünkü sözler, tutulmamak için verilirdi. Peki sen zaman! Neden türlü oyunlarla karşıma çıkma eğilimindesin? Geceler hani benimdi? Neden geceler üzerinde hakkın olduğunu iddia ediyorsun şimdilerde? Boşlukta sallanan sarkacının farkındayım. Ama varlığını oluşturan en büyük belirsizlik boşluk değil miydi? Cevapları sende de yok değil mi? Sana bu kadar hızlı hareket etmemen gerektiğini söylemiştim. Beni ne zaman yanıltacaksın zaman?
Dün gece bekledim, geri gelmedin. Neden bunu yapıyorsun?
Vakit ne olursa olsun ulaşabilirdim sana. Çünkü beni hiç yalnız bırakmamıştın.
Ben yalnızlığı, zamansızlığınla öğrendim. Bana koyan en büyük yanın,
istediğimde sana ulaşamamak oldu. Sadece bana mı bu nankörlüğün, alaycı tavrın?
Cevap verecek ne kadar çok soru varmış oysaki...
Tarifi olmayan duyguları kağıtlara yazdırmaya çalışıyorsun
bir de şimdilerde. Alay etme! Zamansız gittin ama zamansızlığını sevdim senin.
Akrep ve yelkovanla da aram iyidir. Sen onları düşünme istersen. Bir gün doğru
vaktin geldiğini düşünürsen, onlar yine sana eşlik edeceklerdir. Bak, yine
anlatamadım zaman.
21 Aralık 2023 Perşembe
Biraz Daha Uyumak İster Misin?
25 Ocak 2019 Cuma
Ruhların Çıplaklığı
Kalabalıklar arasında çıplak hissetmem ceplerimdekilerin bitmesiyle birlikte başlıyor ve fark edilmemek en zor başlangıçları hazırlıyor. Hiçbir zaman zor olmamıştır bitişler, yitirmeler, vazgeçmeler. Her bitiş sancılı bir gebeliğin habercisidir. Parmakların gözlerindeki ruh akıntılarını silerken, gözlerin çıplaklığını yüzüne vuran görüntüler sunarken ve ruhun ne yapacağını bilemezken yaptığın her başlangıç yeni doğmuş bir bebeğin görüntüsünden farksızdır. Hareketlerin, çıkarmaya çalıştığın sesler ve boşa giden çabaların. "Beni duyun, ben sizin için buradayım, sizi seviyorum" gibi haykırışların sessizliğinde.
Ruh için savaşmak ve bu savaşı kazanmak her zaman ilk sırada gelmiştir benim için. Dişlerimin ve burnumun yamuk olması ya da uykudan her uyanışımda yağlanan saçlarım değildir beni ben yapan. Ruhumu ve ruhları besleyebildiğimdir bana müjde gibi sunulan. Ceplerim boşalsa da, ruhumun parçalanmaması ayakta tutar beni. Çünkü ruhumu ne kadar parçalarsam o kadar azalır sevgi taneciklerim, mutluluk partiküllerim, ruh parçacıklarını birleştirme yeteneğim. Ruhum, bedenimin yol açtığı yorgunlukları onarır ve bedenim ruhumun enerji kaynağıdır her zaman.
Ruhumun varlığını hissedebildiğim her yol sonsuz ve biriciktir. Önümde herhangi bir yol çalışmasının gerçekleşmesi, yoldaki yamalar, bazı tali yollara bağlanması benim için önemsizdir. Bitmeyen ve geri dönüşün imkansız olduğu bu yolun güzelliklerine odaklanmak, ruhumun uydurduğu bir yalandan ziyade, inanmak istediğim kandırmacaların en güzelidir. Gittiği yere kadar değil, sonsuza ulaşmak içindir tüm katettiklerim, yaralarım, eksikliklerim, hatalarım, güzelliklerim...
Çıplak bir bebek ruhu hayal ediyorum. Yeni doğmamış ama yeteri kadar da yaşamış bir bebek ruhu bu. Güçlüdür belki kendince, belki yaralı. Ben sadece payıma düşen ruh parçacıklarından sorumluyumdur. Benden bağımsız ama aynı zamanda benim de ruh parçacıklarıma ihtiyaç duyan, bir bütünü bütün yapan diğer parçacıklar da artık bana göz kırpmaktadır ve şiddetli bir çekim ile üzerime gelmektedir. Ne zaman bir ruh çıkmazına girsem bazen korkudan, bazen sevgiden, bazen de her neyden ise yeniden gebe kalırım. Bu sancılı gebelik süreci uzun sürmez fakat zaman illetini bu formülde her zaman unuttuğum için düşük yapma ihtimalimi göz ardı ederim. Düşürdüğüm her bebek için bir anda pişman olabilirim. Belki yolun sonuna geldiğimde de pişman olabilirim. Sahi, neden sürekli pişmanlıklarımı büyütmüşüm?
Ruhumu giydirmek ve çıplaklığını sonlandırmak için ruhumun hayalet sürücüsüne ihtiyacım olduğunu biliyorum. Ruhumu bir çıkmaza hapseden ve iki bütünden bir bütün yaratabilen diğer ruh parçacıklarını bulmam gerekecek. Yeniden gebe kalmaya hazırım. Fakat bu seferki gebeliğimin sonlanması, ruh parçacıklarının çarpışarak yok olmasına zemin hazırlayacaktır. Parçalar, bütünler ve ruhlar.
Bilinmezin mücadelesini vermek değil, ruhumun istediğini ve bütünü oluşturan ruh parçacıklarının istediklerini verebilmek için yola devam ediyorum.
2 Haziran 2016 Perşembe
Yok Oluş
24 Mayıs 2016 Salı
Çaresiz
Çaresizliğin bu kadar büyüdüğü, karar verebilmenin bu kadar zorlaştığı bir zaman hatırlamıyorum. Neyi nereye koyacağımı, önceleri yerlerini bildiğim parçaların nereye ait olduğunu hatırlayamıyorum hatta bilmiyorum. Hatırlamak kolay olsaydı eğer insanlar güzel şeyleri hatırlayabilirlerdi. Güzel şeyler hatırlanır güzel şeyler hep var mıdır? Hepsi gölgelerden ibaretler. Gölgelerin cansızlığında güzel şeylerin varlığından nasıl söz edebilirim ki?
Bu sene; kazıkların en hasını yediğim, üzüntülerin en büyüklerini yaşadığım; acının dozajının fazlasıyla aşıldığı bir yıl. En zoruda 53 yaşında bir insan gibi hissetmemdir. Şikayetçi değilim. Sanırım güçsüzlüğümün tavan fiyatının taban fiyatıyla yer değiştirdiği bir zaman. En kötüsüde sabretmeyi doruklarda yaşamak saçmalığı.. Bununla beraber kendime yaptığım işkencenin haddi hesabı belli değil. Sabredince bütün sevgiler ve çıkmazlar bir gün yok olur diye biliyordum. Hani neredeler? Yanlışın defalarca kucak açtığı biriyim. Elimde olsa hiç gelmezdim bu dünyaya ne var ki artık çok geç. Nefes aldığıma şükretmeliyim. Sonra diyorum ki; hiçbir şey diyemiyorum. Diyecek çok şeyim olmasına rağmen isteksizlerin, anlaşılmazların başında geliyorum. Kelimeleri düzenli bir hale koymak bile başında geldiğim şeyler yüzünden yorucu, katlanılamaz ve tükenmişlik...
Her şeyi geçtim. 1 saat önce kavga ettiğin insanı 1 saat sonra nasıl olurda deliler gibi sevebilirsin? Ben bunun adını 2 seneden beri hala koyamadım ve koymakta istemiyorum. Yaşananlar ne kadar kötü olursa olsun baş koyduğun yolda hayallerin ve hedeflerin uğruna birlikte, el ele yürüyebileceğin bir insanın elini tutabilmişsen eğer Allah'a binlerce kez şükretmelisin. Ki ben defalarca şükrediyorum. Adını bilemediğim bu duyguyu çok seviyorum ve sevmeyede devam edeceğim...
Candancım, tercümann olmaya...
Candan Erçetin - Beklemeden...
19 Mayıs 2016 Perşembe
Gizli Özne: Yelkovan
Herhalde sevmek kavramı benim kişiliğime yakışmıyor, uymuyor, uydurulamıyor. Belki ben beceremiyorum. Her insan mutlu olmak ister, bunu hak ettiğini düşünür. Bende onlardan biri olmayı çok isterdim. Zaman zaman mutlu olunabiliyor. Uzun sürmese bile biraz ondan biraz şundan ortaya farklı bir şeyler çıkıveriyor. Her şeyin fazlasının zarar olduğu gibi mutluluğunda, acınında, sigaranında fazlası zarar. Zararlı olan her şey güzeldir ya hani, işte saydıklarımda bunlardan birkaç tanesi (sigarayı safdışı bırakalım, meret)...
Duvardaki saatin ikide bir teklemesinden belliydi benim bir şeyleri beceremeyecek oluşum. Ne kadar iyi pil takarsam takayım, o yine en iyisini istiyordu. Tak çıkar tak çıkar beni yoruyordu. Sonunda pes ettim zaten. O bana bakar, ben ona bakamaz oldum. Ara sıra gözüm kaysada kayıyordu işte yalan yok...
Hayatım boyunca demeyeyimde zaman zaman akrep'e benzetildim. Hayatımdaki herkes meğersem yelkovanmış. Ben onlara değil onlar bana gelirmiş. Arada dönüp duran çubukta zamanı simgelermiş. Bizleri buluşturmak için gece gündüz üstümüzden geçermiş. Bir zaman bizi aydınlatırken, bazı zaman karanlıklara gömermiş. Tek isteği bizi yan yana, üst üste getirmekmiş. Yorulduğu zamanda iki kez doğru zamanı gösterirmiş. Bazı zamanlar rolleri değişirdik. Ben yelkovan olurdum onlar akrep. Ama ne zaman yelkovan olsam çubuk yorgun düşermiş. Ya teklermiş yada bırakırmış kendini. Onun için ne zaman yelkovan olduysam sadece iki kez doğruyu gösterebildim. İnsanlar gözlerinin ucuyla dahi bakmadılar. Döndüğün zaman gözlerini ayıramadıkları seni, bir hiç gibi yalnızlığınla baş başa bıraktılar. Onlar için yaptıkların önemli değildir artık. Suç senin değil zamanındır aslında...
Hayatınızda ilklerin yeri ayrıdır ya hani, hani onlar unutulmaz vs vs... Hani dersiniz ya 'bu sefer farklı'. O kadar inanırsınız ki buna salaklığınızı fark etmezsiniz bile. Kendinizi kandırdığınızı çok çok sonra anlarsınız. Kurduğunuz hayaller, verdiğiniz sözler, öznesini, yüklemini, dolaylısını, zarfını özenle seçtiğiniz cümleler yok olur birdenbire. Geriye sadece gizli özne kalmıştır... G.Ö: Ben
Yumuşak kalpli olmak, hani o gidememek var ya o gidememek, gitmek isteyipte kalmak. İşte o duygu ah o duygunun Allah belasını versin. Sen yapamazsın ama gözünün yaşına bakmazlar. En büyük salaklıklarımızdan biride bu diye düşünüyorum. Salaklık demekte çok büyük haksızlık olur aslında. İnsan olabilmek yakışır buraya. Şöyle bir bakarsam, ben sevmeyi becerebilen insanlardanım yada kendimi avutmasını çok iyi biliyorum...
11 Mayıs 2016 Çarşamba
Ben Bir Kalp Arıyorum
Onu tanımıyordum ama söylediklerinin doğruluğuna inanıyordum. Hiç görmemiş olmama rağmen. Şu aşamada sorarsan neyden bahsediyorsun diye, hiçbir fikrim yok derim. Çünkü sevmek, sevilmek fikri olmayanların becerebildiği bir oyun. Dersen ki oyunlar kurallara göre oynanır.. Bence bu bir kumar, blöf, yalan.. En zengininden en fakirine kadar hiçbir varlık gerektirmeden oynanan bu kumar.. Kumar masalarında elbet biri kazanır yada şansı yaver gidenler dengeli bir şekilde bölüşür. Diğer bir ihtimal herkesin kaybetmesidir. Buna ben de dahilim. Diyeceksin ki elbet biri kazanmalı. Ben ne kazandığımı biliyorum ne de kaybettiğimi. Sürüklenip gidiyorum. Memnun muyum? hiç bilmiyorum. Belkide acı çekmeyi seviyorum. Acı çekmek.. onun ne demek olduğunu hatırlamaz gibiyim. Ne gözümde bir yaş, ne kalbimde bir sızı, ne sıcak nefesim.. Onlarda terk edip gittiler. Sırada tek tek dökülen saçlarım var...
En başından beri söylemek istediğim bir şey vardı. Tüm eveleyip gevelemem bu yüzden..
Ben bir kalp arıyorum, hiç buralarda gördün mü?
Saf ve temiz...
Zamanla alay eden ben, bunun ne demek olduğunu şimdilerde anlıyorum. Bilmediğim o kadar çok şey varmış ki bu hayatta ve hala bilmediklerim... Sorular sorup kendimden cevaplar bekliyorum. Uzun zamandan beri cevap vermemi bekliyorum. Zaman o kadar çabuk geçti ki...
Bulamadığım, bulamayacağım bir şey arıyor gibiyim. Bulursam memnun kalır mıyım? hiçbir fikrim yok. Sahi, ben bir kalp arıyordum. Hala cevap vermedin. Yoksa görmedin mi? Hay Allah! En çokta sana bağlamıştım ümidimi görmüşsündür diye..
Üzülmeli miyim? Bana yakışmaz.
Ağlamalı mıyım? Zorlarsam belki, o da birkaç damla.
Unutmalı mıyım? Pes etmek yok.
Sevmeli miyim? Ama benim bir kalbe ihtiyacım var. Kalpsiz insanlar sevemezler, sevdiklerini düşünürler ve bu da hiçbir zaman gerçek olmaz, olmayacak. Bu dünyadaki en kötü şey belkide kalpsizlerin hiçbir zaman sevemeyecek oluşları ve kendilerini avutuşları...
Hep garip olan insanları sevmişimdir. Onları da öyle...
Son olarak, senden bir kalp istemiştim. Daha doğrusu gördün mü diye sormuştum. O kalbi senin sakladığını biliyorum. Şimdi sana soruyorum;
O kalbi bana verecek misin, yoksa sonsuza kadar o kalp ve onun ruhuyla mı yaşayacaksın?
Seçim senin...
Mumlar söner ve perde kapanır.
3 Mayıs 2016 Salı
İnce Çizgiler Yığını
Bir yerden sonra kimse kimsenin dengi olmadığı yargısı dahada kalın puntolarla çıkıyor karşına. İşte o zamanlara gelindiğinde emeklerin, düşüncelerin, düşüncesizliklerin… hiçbir anlamı kalmıyor. Sonradan anlıyorsun aslında başından beri hiçbir şey ifade etmediklerini. Belkide kendimizi kandırdığımızı belkide kendimizi buna inandırdığımızı anlıyoruz. Acıtmıyor mu sanıyorsun? Yakıyor, koparıyor… Organlarını sökseler bu kadar acı vermezdi herhalde…
Kör olursan bu hayatta, sadece istediklerini, inandıklarını, hissettiklerini görmek istersen eğer her şeyi bir anda kaybedebilirsin… Tek kişilik yaşanmıyor hiçbir hayat. İttirsende, kaktırsanda ne kadar inatlaşsanda hayatla hep kaybediyorsun. Çünkü hayatın ruhunda kazanmak insanın ruhunda ise kaybetmek vardır…
Yaşanması gereken onca zaman varken bu zamanların birer birer ertelenmesine dayanamaz insan. Hiç kimse bir değil, kimse aynı şeyleri düşünmüyor. Ki aynı şeyleri düşündüğüm birini bulursam ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Belkide aynı şeyleri düşündüğün biri öldürmek istediğin biri olabilir. Senden bir tane daha.. katlanılmaz bir durum.
Her insan bir şeylerin derinliklerden açığa çıkmasını sabırla bekler. Ben de bekliyorum biraz cesaretin açığa çıkmasını, oksijenle tepkimeye girmesini… Gülüyorsun değil mi? Sabır ile cesaret duygusunun aynı bedende barınabileceği yalanına...
Hiçbir alakası yok fakat okuduğum bir kitapta şöyle diyordu; Bana aşkın bütün sorunu şu gibi geliyor: mutlu olmak için güvenliğe ihtiyaç duyulurken, aşık olmak için güvensizliğe ihtiyaç duyuluyor. Mutluluk güvene dayanırken, aşk kuşku ve tedirginlik gerektiriyor. Uzun lafın kısası, evlilik mutlu olmak için tasarlanmış, aşık kalmak için değil. Ve mutluluğu bulmanın en iyi yolu aşık olmak değil; öyle olsaydı, bunca zamandır öğrenilirdi. Çok net olup olmadığımı bilmiyorum, ama kendimi anlıyorum: söylemek istediğim, evliliğin birbiriyle bağdaşmayan şeyleri birbirine karıştırması…
Mutlu aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
MUTLU AŞK YOKTUR.
O aptal kafana iyice girmesi için bunu daha kaç kere tekrarlamam gerekecek?
29 Nisan 2016 Cuma
Birikim ve Aşındırma
Yıllardan beri sorulan klasik bi soru vardır ya; Arkadaşların mı, sevgilin mi? diye. Sanırım ben buna cevap veremedim bunca zaman. Şimdide veremeyebilirim. Fakat iyi bir öğrenci olduğumu düşünüyorum, iyi gözlemliyorum insanları. Arkadaşlar her zaman daha önemli. Sevgili nedir ki, gelir ve bir yenisi daha gelir. Bitmek bilmez gelgitler. Takılırsın birine birden duruverir her şey. Duran şey gelgitler değildir aslında. Sen kendini durdurmuşsundur. Peki hala gelgitler devam ediyorsa...
Karşı cinse güvenmemem gerektiğini öncelerden biliyordum ben. Alışılmış çaresizlikti benimkisi. Sonra öyle bir şey çıktı ki karşıma, hani abin askerden izne gelir ve onu ilk gördüğün an vardır ya, hani çocuğunun kokusunu ilk içine çekişin vardır ya, hani çocuğunun cinsiyetini öğrendiğin o an vardır ya, hani aşık olduğun zaman vardır hani... Öyle bir güvendi benimki. İçimde bir Berlin Duvarı vardı. O saatten sonra ona ne oldu çok merak ediyorum. Her şey tozpembe gözüküyordu. Ya da ben öyle zannediyordum. Evet ben öyle zannediyordum, çünkü gökyüzü hala maviydi, yapraklar hala sarı, dudaklarım kırmızı.. O vakit bir yolculuğa çıktım. Beş parasız, çaresiz, düşüncesiz.. Mantığımı o kadar geri plana atmıştım ki ahhh benim salak kafam. Zaten mantıklı bir şey gelmedi ki başıma, ben mantıklı düşüneyim. Hani filmlerde imrenerek izlediğimiz aşıklar vardır ya, işte benide izleseniz öyle derdiniz. Bu sefer farklı lan dedim, evet abi farklı dedim. Yok ya aslında benliklerim söylediler kulağıma usulca. Aklımın bi köşesinde kalmış işte. Karşılıklı aşka inanmazdım o zamana kadar. Olabiliyormuş, gerçekten inanırsan olabiliyormuş...
Fedakarlığın anlamını bilmeyen biriyle olmaz. Kelimenin köküne bile ineriz yaa. Feda...
Yapabileceğimiz şeylerin hiçbir sınırı yok aslında. Duvarlar koymaya gerek yok. Engeller aşılabilir, kurallar her zaman çiğnenmek için vardır. İnsan neden kendini kısıtlar ki?..
Birkaç gün önce Issız Adam'a tekrar göz attım. Bazı ilginçlikler fark ettim. Kesin devamlılık hatalarıdır he he tabii.
Affetmek çok büyük bir nimet. Bunu bulamayan var. Yıllardır bir günaydın mesajı alamamış olan var nereden geldiysem bu konuya. Hani elimizdekilerle yetinmeyi, değer bilmeyi öğütlemeye çalışıyorum yanlış anlamayın.
Orhan Veli'de kadınları severmiş. Galiba abiyle en büyük ortak zaafımız bu.
Hayal kurmayı seviyorum. Sürrealist bir yapıya sahibim. Bunu da yeni öğrendim araya sıkıştırayım dedim, belki cool ve bilgili gözükürüz fena mı olur. Hayallerim hep suya düşmüştür ama. Hele uyumadan önceki hayallerim. Birinin bile gerçekleştiğini görmedim. Sorunu kendimde aramalıyım galiba. Çok sorunlu bir yapıya sahibim çünkü. Ben ne zaman bir şey yapsam doğal olarak yine yapmadığım şeyleri cımbızla çekmeleri beni o kadar derinden etkiliyor ki anlatamam. Hassas bir yapıya sahip olduğumu biliyordum. Ama bugün daha iyi anladım. Günlük kelime sayısı(sıradan gün) 800 ile 1000 arasında değişen ben, sadece 102 kelime edebilmiştim. Çok üzücüydü, ama arkadaşlarımın o kadar ilgilendiği görmek beni bi yandan çok sevindirdi...
Öfkeyle kalkan zararla oturur demiş atlar. Ben de diyorum ki ' Bir anlık sinir ve kendini bilmemezlik, bir ömür boyu sürecek kalp kırıklığı'. Sevgi hep baki kalır derler. Ama bakinin anlamını hiç söylemezler. Hiç merakta etmedim. Yeri geldiği zaman söyleyince kimse çakmıyor. O zaman önemli değilmiş...
Bugün 29 Nisan 2016 - Cuma. Berlin Duvarı'nın örülmesi tekrar başladı içimde. Karşı cinse olan güvenim ve inancım kayboldu. Arkadaşlarımın yanımda olduğunu ve kalbimin hala yumuşacık olduğunu fark ettim. Vicdanımın sesini hala duyabildiğimi fark ettim. Karanlığı bir kez daha sevdim. 'O'nu da son kez sevdiğimi fark ettim. Hayallerimi ve planlarımı hep son dakikalarda kimin suya düşürdüğünü fark ettim. Ve karanlığı yeniden sevdim...
Sözler affedilir, unutulmaz...
Bu akşam birçok üçüncü kişi eşlik etti karanlığıma ve benliklerime. Bu da onlardan biriydi. 4 yaşında sevdim bu şarkıyı. İleri görüşlüymüşüm demek ki...
Artık çıkmıyorum İstiklale
Sabah Fatma hanım uyandırıyor
Helva,ekmek,çay bana onlar bakıyor
Odanın hali perişan ben perişan kimse yok işime karışan
Ara sıra balkona çıkıyorum
Fesleğenler kuruduğunda ocaktı ben baharı bekliyorum
Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala
Gözüm şişelere takılıyor becerebilseydim ne ala
Bu günlerde böyleyim ben yas denen şiirdeyim
Bir köşede gülüşün var sırtımda kanlı bıçağın
Hiç bir zaman duymayacağın duysan da anlamayacağın
Bir çığlıkta
Sana birikiyorum...
19 Nisan 2016 Salı
Gitmeye Bir Kala
Yaşantında tatmadığın acıları bir anda tadınca dengen alt üst oluyor. Çevrendeki acıları hissedemediğin ve paylaşamadığın zaman bu dahada büyüyor. Yaşamayınca hissedemez insan. Karşıdan bakarak gene hiç hissedemez. İçinde olmalı, akıtmalı içindekileri. Ama sessizce, kimsenin onu bulamayacağı bir yerde, ister tek başına, ister tek başına... Bir şekilde yağdırmalı yağmurları gözlerinden, dağıtmalı bulutları. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın elbet bir gün güneş açacak. Ama bir yağmur yağar bir güneş açarsa bu dengesizliğe kimse ayak uyduramaz. Ayak uydurmayı bırak yanından bile geçmez. Herkes hayatını ya yağmurlu ya güneşli yaşamak için kurmak ister. Hedefleri hep bu yöndedir ve samimiyetsizdir. Samimiyetin, içtenliğin simgesidir yağmur. O olmadan hiçbir hedefe ulaşamaz insan. Ve senin yağmurlarında ıslanmayan birinin yanında işi yoktur, olamazda...
Babam... Şimdi gökyüzünde, toprağın derinliklerinde, yanımda... Neyi neden yaptığımı, ne hissettiğimi bir tek o biliyor belkide. Beni herkesten daha çok anlıyor. Ben de onu şimdi daha çok anlıyorum... Bir şekilde dolaylı yoldan ortak olduğun sıkıntılarına, dertlerine doğrudan ortak olunca ne yapacağını şaşırıyorsun ve bu empatiden öte bir şey. Yaşantındaki yollara yollar ekliyorsun, daha fazla düşünüp daha az ekmek yiyorsun.. Yıldızın kaybolunca ne güneş ne de ay doldurabiliyor yerini...
Sonucunu bildiğim birçok şey için mücadele ediyorum. Bu biraz salaklık aslında. Cesaretim ve mücadeleciliğim için kendimi tebrik ediyorum. Ayrıca salaklığım içinde bir alkış alabilirim. O kadar kendim olmaktan çıkıyorum ki, bu ben değilim! Gerçek ben, beni ben yapan şeyler eksik. Kendi hayatını bu kadar önemsememek hayatını harcamak gibi. Kendinden çok başkalarının hayatlarını düşündüğünde; merhametli, iyi kalpli, düşünceli... biri olabiliyorsun, ki babam da öyleydi. İnsanın genetiğine kodlanan gerçekler var! Fakat kendi hayatını çok kolay gözden çıkarıyorsun. Ve gitme zamanı geldiğinde sessizce, kimseye hissettirmeden, rahatsızlık vermeden çekip gidiyorsun. Ceketini almıyorsun, senden bir ses kalsın diye. Ancak düşündüğün insanlar o zaman bir şeylerin farkına varabiliyorlar. Çok geç değil mi? Şimdi bile çok geç. Gelecekte imkansız...
Merhamete karşı bir saygınız kalmamışsa eğer geçmiş olsun dostlar.
Bir de şu var; hayatını sizin için harcayan insanları değilde ondan önceki insanları el üstünde tutmak nasıl bir saygısızlık nasıl bir vurdum duymazlıktır? Her şey yüzeysel olsaydı eğer bizler nasıl var olduğumuzu bilemezdik. Düşünmek ve anlamak bu kadar zor olmamalı. Hele ki kalbine dokunduğun bir insansa ve yağmurlarında beraber ıslanabiliyorsa... Kaybettiğinde nasıl acılar yaşıyorsa, kaybetmeden de acılar yaşayabilmeli insan. Her şeyin güllük gülistanlık olmayacağını bilmeli. Ama artık hissedemiyorsa, çizgisinden çıkmışsa daha fazla acı vermeden gitmeli, giderken bile düşünmeli. Çünkü düşünmek anlamanın yarısıdır.
15 Nisan 2016 Cuma
Derinlik
İnsan hayatta kendi kararlarını vermeli. Her ne olursa olsun kalbinin, böbreğinin, bi yerinin sesini dinlemeli. Ses gelmiyorsa bile en son çare beynini dinlemeli. Beyinsiz olduğum için belkide. Çünkü yaptıklarımın birçok açıklaması olmasına rağmen kendimi beyinsiz ama kalpsiz hissetmiyordum. Ne diyordum.. Kendi kararların ve sonucunda kendi pişmanlıkların, hayal kırıklıkların.. İnsan annesi ve babası dışında kimseye muhtaç değil. Babam hayatta olsaydı eğer ona daha çok sarılırdım. Şimdilerde anlatılanlara ve yaşananlara bakıyorumda çok benziyormuşuz. Hani o meşhur sözlerden biri vardır ya; baba olunca anlayacaksın... Olmadan anladım sanırım bazı şeyleri. Hangi yaşta olursan ol, hangi dine, hangi ırka mensup olursan ol tek gerçek, kalplerin her zaman birlikte attığı ve bir kalbi beyinin değil yine bir kalbin anlayacağı gerçeği. Bu hayatta gerçekleştiremediğimiz şeyler için kendimizi sorumlu tutmamıza, suçlu hissetmemize gerek yok. Bir kalp kendi yerine bir kalp bırakır ve o kalpte bir hayata hayat verir...
Son zamanlarda etkilendiğim birkaç şeyden biride Mehmet Pişkin'in intihar etmeden önce yayınladığı videosuydu. Biliyorum sözde hepiniz etkilendiniz orası sürü psikolojisi hıhı.. 36 yılı 14 dakikaya sığdırmıştı. Sakin ve cool gözüküyordu. Ne diyordu.. (Hayatın o tatsız taraflarıyla çok başa çıkamadım herhalde. Nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak incelik ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim ve şu anda bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük haline geldi benim için. Bu konuda takatimin tükendiğini ve işin karanlık tarafının daha ağır geldiğini ve taşıyamadığımı, bir şekilde bununla ilgili donanımları zaman içerisinde çok geliştirmediğimi fark ettim. Ki böyle sarsıntılarda çok dağılıp, kendimi toparlamakta gün geçtikçe dahada zorlanıyorum. Bu da çok sıkıcı bir kısırdöngü halini aldı kısacası. Ve o konudaki ışığı kaybettim açıkçası...)
Kendi varoluş amacını kendisi yaratmış ve bu yola kendisini adamış biriyle aynı dünyada yaşamış olmak mutluluk verici...
Her zaman kalıplardan söz ederdim. Hiç ağzımdan düşmezdi. Hala da düşmüyor. Ne kadar dudakların birbirine vurursa vursun sana şekil veren kalıbın dışına çıkamıyorsun. İfade edebilme gücün bir yere kadar. Daha fazlası felakete yol açabiliyor. Fırtına yerine lodoslu havaları tercih etmeye başlıyorsun. Güneşli havaları bir yerden sonra aklının ucundan dahi geçirmemeye başlıyorsun. Mehmet'inde dediği gibi; ışığını kaybediyorsun... Sağ elinle sol kolunu kaldırmaya çalışıyorsun sol kolunun kendisini yönetebilme yetisini unutarak..
İnsanlığını farklı gözlerde kaybeden birisi olarak yazıyorum bunları. Çıkmaz bir sokağın sonuna geldiğinde geri dönmek ne kadar zorsa, nefret ettiriyorsa kendinden bu da öyle. İnsanlığını Mehmet gibi yaşayan biri olarak -ne kendime pay çıkarıyorum ne de kendimle özdeşleştiriyorum- insanlığından nefret edecek hale geliyorsun. Yaptıklarının önceleri birçok açıklaması varken yapacaklarının da açıklaması önceden yaptıkların olacaktır. Her sorun yeni bir sorun doğurur. Ve her yeni sorun yeni bir çözüm demektir. Her yeni çözümde bazen ölüm...
Yazının başında hiç birikmişim yok desemde, kendime yalan söylemiş oldum. Fakat bu bir birikmişlik mi bilmiyorum. Hayatımı anlamlı kılan ve her daim anlamlı kılacak insanlara teşekkür ederim. Son olarak, sevgi paylaşılmadığı zaman zehirler insanı. Nasıl ki yılanın zehrini bir an önce vücuttan atmak gerekiyorsa sevgi de öyledir. İnsan, kalbi kırıldıkça büyür, kalp kırdıkça küçülür... Bu yüzden beyinsiz olmak mı daha kolaydır kalpsiz olmak mı? Sevginizin üstünü örten ve sevginizi hissedememenize neden olan ne varsa atın. Neyin önemi var ki bu hayatta sevgiden başka? Rüyadan uyandığınızda hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını görmek, sevgiyi paylaşmaktan daha zor olmalı...
7 Nisan 2016 Perşembe
İçten Yanmalı
Sahte insanlar demişken; bazı insanlarda sahtelik bir doğallık konusu. Sonradan eklenmiş falan olamaz. Bir de buna kıskançlık ve fesatlık eklenince üçgenin tamamlanması gerekiyor ama bu üçgen değil beşgen kanaatimce. Son olarak mutluluk ve alt kümesi olarak kendi mutsuzluğuna ortak etme eğilimi de eklenince taşlar yerine oturdu ve köşeler belirginleşti. Keyfime diyecek yok. Nasıl zevk alıyorum nasıl!
Mutlu bir arkadaş sizi kendi mutsuzluğuna sürükleyebilir. Ne kadarda masumlar öyle değil mi? Onlar karıncayı dahi incitmezler... Bir de sözde mutludurlar hani. Kendi mutsuzluğuna karşısındakini de ortak etmeye ve birlikte harmanlanmaya çalışanların dost rütbesinin arkadaşlık rütbesine düşürülmesine ihtiyaçları var. Filmlerden başka yerde dostlukların o kadar sıcak ve samimi yaşandığını görmedim. Uzun yılları birlikte devirenlerin, canciğer kuzu sarmalarının bile bunlardan nasibini aldığını söyleyebilirim. Uzun yıllar demişken uzun sürmesinin; destek menfaatleri ve at gözlüklerinin payının olduğunu söylersem yanlış olmaz. İşin ilginç tarafıda; kimsenin kimseden haberinin olmaması ve sahteciliğin karşı tarafa da bulaşmış olmasıdır. Bu gibi insan müsveddelerinin karşısındakinin mutluluğunu engelleyecek, sinirini kabartacak, bu yönde cesaretini kamçılayacak arkadaştan hayır gelmez. Aslında doğru olan ''Arkadaşı mutluyken mutsuz yatan sahtedir.'' olmalıymış.
Herkesin gizlediği şeyler vardır. Gizlemiyoruz dersek yalanının alasını söylemiş oluruz. Fakat zaman zaman unutuyoruz görünmeyen gözlerin bizi izlediğini. Sakladıklarımızın günün birinde yüzümüze herhangi basit bir şeymiş gibi vurulduğunda ve bunun yüzlerce sonuca yol açtığını gördüğümüzde pişmanlık kapımızı öyle bir çalacak ki ne çalmak. Sanki arkasından köpek kovalıyormuş gibi, sanki komşunun camını kırıp eve kaçan çocuklar gibi... Zaman üzerini örttükçe biz unutabiliriz ama evrende hiçbir şey kaybolmuyor. Son okuduğum bir makalede uzayda seslerin kaybolmadığını ve ilerleyen 30-40 yıl içinde seslerin ve ışın dalgalarının yakalanabileceği ve en eski zamanlara kadar insanların sesleri ve görüntülerinin ortaya çıkabileceği olasılığı, teknolojinin geldiği noktayı gözler önüne seriyor.
Kendimi kandırılmış gibi hissettiğim zamanlar oluyordu. Sonrasında üstünü örtüyordum ya da bir yerden sonra görmezden geliyordum. Sonra kendimi kandırmamam gerektiğini anladım. Bugüne kadar bilmediklerimi bilmek için yaptıklarım yanlışta olsa sonuçta insan kendisi için var. Bir başkasıyla gelmedik ve bir başkasıyla gitmeyeceğiz.
Yaptığımız her iyilik ve kötülük Allah'a gönderdiğimiz birer işaret. Allah'ın bize gönderdikleri ise yaptıklarımızdan başka bir şey değil. İnsanoğlu bunu görmekte ne kadar zorlanırsa zorlansın elbet bir gün böyle bir sistemin olduğunu kabul edecek. Yaptıklarının sonucunu buna göre yorumlayabilecek. Ama o gün gelene kadar 'Allah kahretsin!' demeyi dilinden düşürmeyecek.
İnsanların hataları artık zevk vermiyorsa hata yapmaktan nasıl kaçınabileceğimi düşünüyorum zaman zaman. Sonra yine mi üstünü örtsem diyorum. Susuyorum. Yalın gibi sevinçlerimi değil olası hatalarımı koyuyorum önüme ve yine sabretmeye devam ediyorum. Yerine geldiğim kişilerin yerini doldurmuş olabilirim ama benden önce sıraya girenlerin önüne hayatımın hiçbir döneminde geçemedim. Neden geçmek istedim ki? Belkide hata bendeydi olamaz mı? Hepimiz kendimizi hatasız görüyoruz. İçimizden bir ses kesinlikle bizim doğru olduğumuzu ve hiçbir dış kuvvetin bunu değiştiremeyeceğini söylüyor. İç sesimizin kölesi oluyoruz adeta. Sorun iç sesimizde de değil aslında. Sorun başlı başına kendimiziz! Kendimizin büyüklüğü, yüceliği...
Son olarak, geçen gün izlediğim bir filmde şöyle diyordu:
Eğer kaçamıyorsan ve tamamen başkalarına bağımlıysan, gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun.
30 Mart 2016 Çarşamba
Sessiz Gece
Okuduğumuz kitap, izlediğimiz film... hayatımı değiştirdi derler ya hani; bana hiç denk gelmedi. Sadece hayatı gerçeğe bir nebze daha yakınlaştırmama neden oldu. Hayalperest olduğum kadar gerçekleri de irdelemeyi başarmaya başlamıştım ve bundan keyif alıyordum; büyüyordum. Sabretmek endişeli bakışlarıyla nasıl büyüdüğümü, nasıl tepkiler verdiğimi ve bu halimle onu alt edebileceğimi düşünüyordu. İnsanların dillerine pelesenk olmuş düşüncesiz görünen hallerim, kalıplara kadar sığdırılacak bir düşünce dünyam ve 'anlayışsızlık' başlıklı tez çalışmalarında geçen adım... Nasıl bir insan olduğumun derecelendirmesini, windows media player'da bile yıldız veremeyecek insanlar tarafından yapılmasına bir anlam yükleyemiyordum. Titreyen çenemden süzülen yaşların onlarla bir ilgisi yoktu fakat zaman zaman yüzüme yediğim tokatlardan etkilenmiyor da değildim. Ama şöylede bir gerçek vardı; bir pes etme çizgisi ve tavşandan daha hızlı koşabilecek bir kaplumbağa...
Bir varsın bir yoksun. Yok olana kadar her şey. Bir bakmışsın tuz olmuşsun bir bakmışsın kezzap. Yaptığın hatalardan pişmanlık duymak yerine en sevdiğin yemeği yemeğe devam edersin; salaklık.
Şöyle bir düşünüyorumda; hayatım boyunca kalıpların içinde değerlendirildim. Hapse girmeme gerek yoktu. Bu duygu hapisten de beterdi. Ailem, arkadaşlarım, kız arkadaşım... Tanımadığım bir karakteri oynamama izin veriyorlardı. Tip değil başlı başına bir karakterdi. Kendilerini o kadar iyi inandırmışlardı ki, bazen benimle gerçekten konuşmak istediklerinde şaşırıyordum, alt üst oluyordum. Çabalamayı terk edememek işleri dahada karmaşık bir hale sokuyordu ya hani, işte bu zamanlarda kimi oynadığımı bilmiyordum, nasıl davranmam gerektiğini, ne hissettiğimi, ne hissettirdiğimi... Hiç yorulmadığım kadar yoruluyordum, bilirsin işte eriyordum. Kasede yaşama tutunmaya çalışan balık kadar umutsuz ve mutsuzdum. Solungaçlarımı kullanmaya üşeniyordum... Dünya işte, elbet bir şekilde dönüyor, döndürüyor. İçinde bir yerlerde hayat bulduğumuz için şanslıyız. Sadece bu mucize için bile hayata devam edilebilir. Geri kalan her şey birer kara delik.
Geçen her güzel geceler ve günler için teşekkürler.
Eyvallah.
21 Mart 2016 Pazartesi
Özgürlüğün Kanatları
Hep mutlu günlerimiz olmadı tabii ki. Kanatlarını çırpmadığı zaman anlıyordum bir şeylerin yolunda gitmediğini. İnanıyorum ki o da anlıyordu marul getirmediğim zaman... Kavga etmeyi de, küs kalmayı da beceremiyorduk. Ya o kanatlarını çırpıp başımı döndürüyor, beni benden alıyordu ya da ben marul getirip kafasını okşuyordum. Bu güzel döngü böyle sürüp gidiyordu. Güzel şeylerin arkasında derin bir yorgunluk taşıyorduk sırtımızda. Birbirimize hissettirmesekte zaman zaman yüzleşiyorduk. Her şeyin üstesinden geldiğimiz gibi bunun da üstesinden geliyorduk. Aramızdaki bağ her ne ise çok güçlü olduğunu, o bağa sımsıkı sarıldığımı ve hiçbir gücün bu bağı koparamayacağını biliyordum. Seviyordum; pes etmemesini, uçup gitmemesini...
Eve geldiğimde beni hep kapının iç kolunda karşılardı. Kapının kolunu indirdiğimde onu mutluluğa, şevkate kavuşturduğumu hisseder, içeri girdiğimde etrafımda fır dönerdi. Bir gün öyle bir şey oldu ki, içeri girdiğimde ne bir ses ne bir nefes... Camın koluna konmuş, kendisini tülendirmiş, gıkını dahi çıkarmaz olmuştu. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Onu öyle görmeye dayanamıyordum. Onu öyle görmeye dayanamıyordum çünkü gözlerinin içindeki ışığın söndüğünü görmek canımı yakıyordu. Özgürlüğün kanatlarına verdiği gücü yitirmesi vücudumu bir kanser hücresi gibi sarıyordu. Mutsuz olamazdı, mutsuzluk ve umutsuzluk ona yakışmazdı. Yanına gittiğimde yaygaralar koparan o değildi sanki. Yüzüme dahi bakmıyordu. Avucumun içine aldım, kafasını okşamaya ve öpmeye başladım. Bir yerden sonra sessizliği bozmaya karar verdi. Pencereye konan kuşların ona inanmadığını, güvenmediğini söyledi. Şöyle bir dönüp dışarı baktım ve bir şeyler fısıldadım: ''Özgürlüklerini kanatlar altına alamamış, özgürlüklerinin altında ezilen ve sadece ötmeyi bilen kuşlar onlar. Biz seninle özgürlüklerimizi kanatlarımız altına alacağız. Mutluluğumuzu marulla, havuçla besleyeceğiz. Ne sen uçup gideceksin bu pencereden ne de ben bu kapıdan...''
Gözleri güneşle birlikte değil kendiliğinden ışık saçmaya, kanatlarına özgürlük gitmeye başlamıştı. Evet! Tedavi işe yaramıştı. Mutluydu hem de çok mutluydu. Kanatlarını özgürlükle, güvenle, umutla tekrar çırpmaya başlamıştı. Onu seviyordum ve sevmeye de devam edecektim...
16 Mart 2016 Çarşamba
Biletsiz Son Perde
Birbirine karşı hala saf duygular besleyen kişiler var mıdır bilmiyorum. Fakat saf duyguların arkasından ileri geri konuşan onlarca kişi vardır. O anın verdiği cesaret ile duygularındaki sapma hareketini egolarıyla harmanlayarak ortaya bambaşka bir şey çıkarıyorlar. Duygularındaki bakış açısının değiştiğini üçüncü kişilerin hissetmediğini sanıyorlar. Ama yeni jenerasyonumuz daha geniş bakabiliyor hayata. Bir yolun bitiminde diğer bir yolun başlayacağından, varılacak yerin hep bir aktarması olduğu taraftarılar. Yola çıkmadan önceki duygu birikimiyle yoluna sonuna yaklaştığı zamanki duygu birikimi tabikide aynı oranda olmayacaktır. Fakat yolun sonuna yaklaştıkça duygularındaki bakış açısını değiştirebiliyorsan; hem yalancısındır hemde ikiyüzlüsündür. Maskelerini yoluna sonuna doğru giymeye başlayanlar aslında hiç yola çıkmamış olan insanlardır.
Gelecek herkes için. Ama gelecek planlarının duyguların bakış açısının değişmesiyle yeni bir şekil alması kabullenilemez bir gerçek.
Bazen vücudunun farklı yerleri ağrılar, sızılar içinde kalır. Midem ve karaciğerim ağrıyor. Ayakta dahi tutmayan mide ve karaciğer ağrısı. Ağrılar, duygular... soyut şeylerin bu kadar feleğini döndürmesi katlanılamaz bir durum. Belki kaderim, en yakınımın kaderi gibidir. İyi hoş her yanımız benziyor, neden o yanımız da benzemesin. Keşke en yakın arkadaşım olan ama benim en uzak gördüğüm arkadaşım hayatta olsaydı.
Her şey kader.
9 Mart 2016 Çarşamba
Yorgun Hayaller
Hayatlarını başka dudaklar arasına hapsetmiş insanlarla aynı dünyada yaşadığım için üzülüyorum. Zaten ben kendimden çok her şeye üzülürüm. Onların ne sevmeye ne de hayal kurmaya hakları var. İnancını, kendisine olan güvenini ve hayatlarını, başkalarının dudaklarına emanet ederek çoktan yitirmişlerdir. Çabalasa ne fayda çabalasam ne fayda...
Yeni tanıştığın örnekleri hayatındakilerle karşılaştıramıyorsan eğer sonun yeni tanıştıkların gibidir. İnsanlar ne zamandan beri kafalarını kaldırmaz oldular? Sevginin güçlü bağlarına ne zaman bu kadar inanır ve güvenir oldular? Kaybetmeye neden hep uzak akrabamız gibi davrandık? Patlak lastikle biraz daha yol gitmeye çalışan zavallılar gibiyiz. Belkide çaresiziz...
Eğer ki hayallerimi satmayı başarabilseydim dünyanın en zengin insanlarından biri olabilirdim. Hayaller satılır mı dediğinizi duyar gibiyim. Siz kimsiniz? Bu yazdıklarımı okuyor musunuz? Şaşırdım! Hayallerinde tükenmişlik sendromları vardır kanaatimce. O zaman geldiğinde yani milatlarını doldurduklarında artık bize ait olmadıklarını düşünürüm. Belkide başka hayatların elinde mutluluğu yakalayabilirler. Hayallerimi satabilseydim eğer, para yerine süreli sınırsız mutluluk isterdim. Yeni hayaller kurup zamanı geldiğinde elden çıkarmak kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Hem bu şekilde daha çabuk uyuyabilirdim.
Mutluluk demişken bir tavsiye; mutlulukların karşısına bir ayna koyup aynı mutluluğu bir nebze olsun siz de yaşayabilirsiniz.
Giderek artan radyasyon miktarı, ilişkilerdeki fondöten miktarı... iyi geceler demenin bile tadı kalmadı artık.
4 Mart 2016 Cuma
Ben, Rüzgar ve Sokak Lambası
Ölü bir bedenle konuşmak bin insana bedel. Her mezarlığa gittiğimde sanki herkes beni dinliyormuş gibi hissederim. Bugün de farklı olmadı. Ben anlattım onlar dinlediler. Bu dünyadaki dertleri öbür dünyaya gönderdim. Sanki yeterince dertleri yokmuş gibi. Benimkide yapılacak şey değil. Kaldıramadığın yükü neden omuzlarına alırsın ki? Onlar beni uğurlarken tüm dertlerimi ona, onlara bırakmıştım, hafiflemiştim. Tepenin arkasından doğan güneşe koşar gibiydim. Erişemeyeceğimi bile bile koşar gibi.
Ben, rüzgar ve sokak lambası. Biz böyle iyiydik. Kuşlar, sarı arabalar gelmese de olurdu ve olacakta.
18 Aralık 2015 Cuma
Benliklerim
Benliklerimle yalnız kalmak istemiyorum. Ezilmiş hayaller altında kalan benliklerimin bir daha canlanmamasını diliyorum. Başımı her yastığa koyduğumda yanıma uzanmalarına tahammül dahi edemiyorum. Nefret ettiğim, sevdiğim tüm insanların dedikodularını onlardan dinlemekten yoruldum. Kalbimin sesini duyamaz oldum. Masum çocuklardık biz. Ne ara bu hale geldik? Ne zaman kötülük düşünür olduk? Düşündüğümüz için mi bu hale geldik? Sorgulamak bana göre değil böyle şeyleri. Çünkü sorgulamamamı gerektirecek kalıpların varlığından haberim var. Fakat kalıpların, benliklerimin ne kadar acımasız ve duygusuz olduğunun farkına varabilecek kıvama gelmesi için; gecenin üşüten karanlığında gözlüklerini bir kenara fırlatması gerekiyor. Üstüne basma zamanı gelmedi mi?
30 Aralık 2014 Salı
Mutlu...
Bir yerden sonra kimse kimsenin dengi olmadığı yargısı dahada kalın puntolarla çıkıyor karşına. İşte o zamanlara gelindiğinde emeklerin, düşüncelerin, düşüncesizliklerin… hiçbir anlamı kalmıyor. Sonradan anlıyorsun aslında başından beri hiçbir şey ifade etmediklerini. Belkide kendimizi kandırdığımızı belkide kendimizi buna inandırdığımızı anlıyoruz. Acıtmıyor mu sanıyorsun? Yakıyor, koparıyor… Organlarını sökseler bu kadar acı vermezdi herhalde…
Kör olursan bu hayatta, sadece istediklerini, inandıklarını, hissettiklerini görmek istersen eğer her şeyi bir anda kaybedebilirsin… Tek kişilik yaşanmıyor hiçbir hayat. İttirsende, kaktırsanda ne kadar inatlaşsanda hayatla hep kaybediyorsun. Çünkü hayatın ruhunda kazanmak insanın ruhunda ise kaybetmek vardır…
Yaşanması gereken onca zaman varken bu zamanların birer birer ertelenmesine dayanamaz insan. Hiç kimse bir değil, kimse aynı şeyleri düşünmüyor. Ki aynı şeyleri düşündüğüm birini bulursam ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Belkide aynı şeyleri düşündüğün biri öldürmek istediğin biri olabilir. Senden bir tane daha.. katlanılmaz bir durum.
Her insan bir şeylerin derinliklerden açığa çıkmasını sabırla bekler. Ben de bekliyorum biraz cesaretin açığa çıkmasını, oksijenle tepkimeye girmesini…
Hiçbir alakası yok fakat okuduğum bir kitapta şöyle diyordu; Bana aşkın bütün sorunu şu gibi geliyor: mutlu olmak için güvenliğe ihtiyaç duyulurken, aşık olmak için güvensizliğe ihtiyaç duyuluyor. Mutluluk güvene dayanırken, aşk kuşku ve tedirginlik gerektiriyor. Uzun lafın kısası, evlilik mutlu olmak için tasarlanmış, aşık kalmak için değil. Ve mutluluğu bulmanın en iyi yolu aşık olmak değil; öyle olsaydı, bunca zamandır öğrenilirdi. Çok net olup olmadığımı bilmiyorum, ama kendimi anlıyorum: söylemek istediğim, evliliğin birbiriyle bağdaşmayan şeyleri birbirine karıştırması…
Mutlu aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
MUTLU AŞK YOKTUR.
O aptal kafana iyice girmesi için bunu daha kaç kere tekrarlamam gerekecek?
21 Aralık 2014 Pazar
Boşver
Yağmurla birlikte her şeyin akın gitmesini temenni ediyordum. Öyle olması gerekiyordu. Saftı yağmur, katıksızdı. Belkide bana öyle geliyordu. Her şeyin akışını öylece seyretmek ne kadar saçma. Müdahale edememek.. Kendime çok kızıyorum yağmurun akışına karışmadığım için. Bende isterdim onunla beraber akıp gitmek. Hayallerimde hep vardı yağmurun akışına kapılmak, kimseyi dinlemeden, umursamadan akmak.. Sanırım bu dünyaya ve bu yağmura ait değilim...
Yorgunluğumun tarifini verebilmek isterdim. Hep tarif edilemez duygular yığını içinden zorda olsa çıkmayı başarabiliyordum. Fakat bu seferki çok uzadı ve çekilmez bir hal almaya başladı. Şikayetçi olmak için sebeplerim çok ama yorgunluğum şikayetçi olmamı bastırıyor. Böyle daha güzel.
Üç maymunlardan ikisi ile çok yakın arkadaşım; görmedim, duymadım. Yakında hayat felsefemi bu yönde değiştireceğim gibi gözüküyor. Zorlamanın hiçbir anlamı yok aynı kalıptaki hayatını devam ettirme konusunda. Her zaman değişikliğin şart olduğunu düşünmeyen ben, her günü farklı bir karakterle yaşamayı düşünüyorsam eğer bazı problemlere kafadan çözüm bulmuşumdur. Yorgunluğun verdiği mutsuzluk ve umutsuzluk hislerinin körelmiş olduğunu düşünürsem bu adım hayatım için önemli bir adım. Mükemmel yaşamıyorum, mükemmel zaten değiliz. Yılları düşünmek yerine günleri düşünmek bir anlama anı yaşayabilmek gerek. Yağmur ne yapıyorsa yapsın; ister yağsın, ister aksın, ister çaksın... Kimin umurunda..
Arkadaşlık kavramının zaten gerçek bir oluş olmadığını daha önce söylemiştim. Gözlemlerim, yaşananlar hiçbir zaman yanıltmıyor beni. Belkide diyorum sadece bana denk geliyordur diye sonra bütün arkadaşlar arasındaki sahteliğin, çıkarların, mutluluk hırsızlıklarının yaşandığını görünce hislerimin yine beni yanıltmadığını anlıyorum. Aslında tanımadığımız insanları düşman ediniyoruz. Ben de isterim can arkadaşlarımın olmasını fakat canların bile sahtelikleri ve mutluluk hırsızlığı adına yaptıkları beni yalnızlığa itiyor.
Tahammülüm yok...
Boşvermişlik ne kadar basit olursa olsun bir kere vurdumu kıyılarına bir kere tadını tattığında geriye dönmekte bir o kadar zor oluyor. Varsın yansın dünya varsın hiçbir şey yolunda gitmesin, mutluluk dilimlerinden bir parça bile tatma imkanın olmasın, umutsuzluğun daniskasını yaşa, hayallerin çıkmaza girmesini gönül rahatlığıyla izle... Haydi gel kurtar beni bu boşvermişlikten yağmur! Kolaysa kat beni kendine, akıt istediğin yere. Koparttığın bu fırtınanın meyvelerini topluyorsun yağmur. Hani nerede İlkbahar yağmurların?
28 Temmuz 2014 Pazartesi
Geç Değil
Defterlerim var benim çantamda özenle sakladığım. Her yere benimle gelirler. Onlarsız hiçbir şey yapmak gelmez içimden. İstersem yazarım istersem okurum. Ve bu hayata karşı saçma hisler hissettiğimde hepsini önüme açarım. Her şeyin eskisi gibi durduğu yerde olduğunu hayal ederim. Evet kendimi avuturum, kandırırım. Ama olsun hayal dünyasında yaşayan bir insan olarak bunlar garip değil. Gözlerimi kapatıp tekrar tekrar yaşarım geçmişi tekrar tekrar hissederim. Ama o pembe bulutlar yok olduğunda nerede olduğumu bile bilmem, bilmek istemem. Zaten ömrümün yarısı üzülmekle geçiyor. Kazanılan ivmeler hiçbir zaman istikrarlı olmuyor. Sonuç ne? Elde var 'sıfır'...
Bayramların ne önemi ne de tadı kaldı artık. Sevdiklerinizin kıymetini gerçekten bilin. Onlar yarın yok olabilirler. Onlar da sizin kıymetinizi bilsin. Kuş olduğunuzda konuşamayacaksınız. Onun için birkaç kelime fazla konuşmak, birkaç sevgi parçası paylaşmayı kimseye çok görmeyin. İnsanlar sonunu kolayca yazabilirler bu hiç ve hiç zor değil. Sıkıntı, üzüntü, bunalım... Yolun sonunu görebiliyorsam eğer sorun yok. Hiçbir zaman yolun sonunu görememiş bir insan olarak yaşıyorum. Ne kadar şanssızım ne kadar acınası hallerdeyim. Neyse boş verin.. Sevin, sevdirin, hissettirin... Sadece hiçbir şey için geç olmadan harekete geçin. Ertelemeyin hiçbir şeyi. Biliyoruz hep geçtir bizim için hep geç kalmışızdır. Kim değiştirecek bu durumu.. Neden ruhumuza bu duyguları yediremiyoruz? Sonrada ruhumuzun bizi terk etmesinden yakınıyoruz. Hak ediyoruz...
Sevdiklerinizin yanında olun. Vakit kaybına gerek yok. Ama olmuyorsada hayal edin...
Haydi eyvallah.
19 Temmuz 2014 Cumartesi
Hissiz
Eğer geriye dönme şansım olsaydı, babamla daha fazla zaman geçirmek, arkadaş gibi olmak isterdim. Çok fazla şey paylaşamasakta küçükken ve buralardan göçmeden önce söylediği şeylerin bir bir olmuş ve olacak olmasına çok şaşırmıyorum. İşte bu yüzden pişmanlık duyuyorum. Ondan daha fazla şeyler öğrenebilirdim aslında. Söylediklerinin, ön görülerinin gerçekleştiğini düşünürsem... Buralardan göçmeden birkaç gün önce bir koli hazırlamıştım, büyük bir koli.. Odaya girdiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini, bir şeylerin hem odadan hem de benden eksildiğini anlamıştı. Bir süre benimle seyahat eden o koli onun sözleriyle geri gelmişti. Ve hala yatağımın arkasında durur, bantları açılmış bir şekilde...
Babamın söylediklerine ihanet etmek istemiyorum. Yoksa...
Yaşamadan bilemiyorsun. Empatiden bahsetmeyin bana. Karşındaki kadar hiçbir zaman hissedemezsin. Belki yanında olmayı denersen bi bakıma şanslısın. Hiçbir zaman ne acının ne de bir mutluluğun tadı unutulur. Acılarınızı tadabilen insanların yanında olun. Onları ne olursa olsun bırakmayın. Acılarınızı unuttuğunuzu düşünen insanların sizin limanınızın yakınından bile geçmeye hakkı yoktur. Limanlar güzel insanlar için yaratılmıştır. Heleki sizin limanınızsa en güzel insanların yeridir orası. Tüm acılarınızın tüm mutluluklarınızın tadına bakabilecek, acılarından ve mutluluklarından sizlere pay verebilecek insanların yeridir orası... Geride kalanları boş verin. Onlar ne sizi anlayabilir ne de size yardımcı olabilir.
Tek nokta; 'savaş, sabret, kaybetme, pişman olma'.
Korkularımdan arınmamın tek sebebi zaman değildi elbette ki.. Zaman bir bahaneydi her zamanki gibi. Hiçbir şeyden korkmamak nasıl bir hissizliktir ben onu da hissedemiyorum. Garip değil mi? Oysa ne kadar severdim hisleri.. Ama her şeye rağmen pişman değilsem yine ben kazandım...