18 Kasım 2012 Pazar

Bir kadın çıkar... Ve bütün geçmişin o olur

Sen buralara kadar kendi emeğinle gelmiş olabilirsin. Fakat kendi kendini büyütmedin. Hastalandığında kendi alnına sirkeli bez koymadın. Altını kendin temizlemedin. Canın yanıp, ağladığın zaman kendi kendini teselli etmedin. Hep bir omuz aradın, sıcak bi kucak bekledin hepimiz gibi. Aşık olduğunda yastıklarla paylaşmadın acını. Bütün bunlara rağmen hayatına aldığın yeni birinin tüm bunları sana verebilecek olmasını bekledin. Belki yanıldın. Belki hala yanılıyorsun. Sende bilmiyorsun ne yaptığını. Hayatı daha fazla ıskalamamak için acele ediyorsun. Biri gelir hayatına ve tüm geçmişin o olur. Geçmişine düşman kesilirsin bir anda. Sen hasta yatağında yatarken saatler boyunca başında nöbet tutan annen, boğazından geçecek olan bir tabak sıcak çorba için çalışan baban, endişeli gözlerle seni izleyen kardeşin ve diğerleri... Bu durumda ne oluyor yani? Bir insan kaç insan ediyor? Aşk böyle bir şey mi? Aşk mı? Ne?
Bu zamana kadar hislerimde hiç yanılmadım. Hayal bile etmedim zıttını. Arkadaşlar arasında 'ereceksin' söylentileri. İçim pek rahat değil. Umut ederim ki bu sefer yanılmayı gönülden istiyorum. Diyelim ki yanılmadım.. O zaman dengeler öyle bozulacak ki, küresel ısınma ne ki yanında...
En salak halim aşık halim demiş şair. 'O'nu kaç kere öptüğümün farkında bile değilim. İnsan bi sıkılır değil mi? Getir, koy önüme, sabaha kadar öpeceksin deseler 'bana güvenebilirsiniz' cevabını veririm. Doğru düzgün bir insan olursanız her şeyi fazlasıyla alırsınız. Beklemeye değer. Ben iyi ki beklemişim...

9 Kasım 2012 Cuma

İçsel Dışavurum

Öyle bir an geliyor ki birkaç parçaya takılı kalıyorsunuz. Dedikleri gibi 'şarkılar içinde sevdalar gezdiriyor'. Benimkiler sevda gezdirmese bile ufak tefek kalıntılar sürüklüyordur. Belki sahipsiz bir liman bulma çabasındadır. Kim bilir belki hayatı boyunca sürüklenecektir. Yanaştığı hiçbir limanda kabul görmeyecektir. Hatta yanaşmak ne kelime bazılarının yakınından bile geçemeyecektir. Herkesin sonu gibi onunda sonu açıklarda ölüme merhaba demektir. Merhaba bulutlar, merhaba arp çalan melekler, merhaba Poseidon...
Uyumadan önce hepimiz alarm kuruyoruzdur büyük ihtimal. Peki alarmı duyamayacağımız ne malum? Belki son bir şans alarmı duymak için, sevdiğimiz kişilere birkaç cümle söylemek için son bir şans bizim için, belki son kahvaltımız, gözlerine son bakışımız, ayakkabılarımızı son bağlayışımız.. Bunları ve daha nicelerini yapmamız için illa son bir şansa mı ihtiyacımız var?..
En ihtiyacın olduğu zamanda gidiyor elindekiler. Babam; 'bir gün arkadaşsız kalacaksın' demişti. Ulan büyük sözü derler ya hakketten doğru diyorlar. Haa çevremde çok kişi var evet... 
Güven ve aptallık aynı şeyler aslında. Ne kadar güvenirsen o kadar aptalsın. Ayy karşılıksız sevgi benimkisi nahhh. Kendini tekrarlamak, aynı hatayı yapmak hayattaki en büyük salaklıktır. Hayat büyük bir kumar. 50.000$'lık masada başlayan da var, slot kolunu çekende. İkisininde kaybedecek bir şeyi yok sonuçta. Beklenmedik zamanda beklenen şeyler getirebiliyor. Hiç beklenmedik zamanda beklenmedik bir şey gelmedi başıma...
Çocukluğuma dair pek fazla bir şey hatırlamıyorum desem yeridir. Bi tek yediğim şekerli yoğurdun tadını unutmam. Bu da benim için yeterli. Çocukluğumu sildiği gibi silse ya hayatımdaki kişileri. Hiç bana danışmadan. İşte o gün kendimi bulacağım..
Yalnızlık uyuttuğu gibi, içindekinide bir o kadar büyütür. Buralara yazmasam kim bilir belki bi at büyümüştü içimde şimdiye kadar. At olmasa bile içimde bir çocuk var hala...


5 Kasım 2012 Pazartesi

İçSeS

Azda olsa birilerini karşısına alamıyorsa ve fedakarlıktan kaçınıyorsa, ne ben ne de sen diyecek bir şey bulabilirsin. Mavi boncuk dağıtıp, heves kıran insanlardan nefret etmeye başladım. Ne kadar doğru dürüstüz değil mi? Hayatımızda hiç yalan söylememişiz. O kadar iyiyiz ki.. 
Nakarat;
''Böyle şeyleri söylemek çok zordur ya hani. Sen hep benim ekmeğime reçel sürsen, ben sana çay doldursam, gece yatmadan önce duyduğum en son ses senin sesin olsa, sabah kalktığımda ilk senin yüzünle uyansam, o güzel yüzünü görsem her sabah, güne senle başlasam.. Çok mutluyum biliyor musun? Belki dünyanın en mutlu insanı benim'' diyebileceğim bi insan var mı diye düşündüm böyle sesli sesli. Hak eden yok ya da çok seçiciyim. Siktir lan ben neyim ki..
Cool olmakla kendine güvensizliği karıştırıyor muyuz? Ya da gerçekten coolluk mertebesine ulaştığımızı mı düşünüyoruz? Yok ya biz doğru zamanı kolluyoruz. İşimizi garantiye almasını seviyoruz. İçine biraz gururda katıyoruz fakat istediğimizi alıyoruz...
Dışarıdan çok masum, sakin, iyi aile kızı gibi görünen hatunların kutularını tek tek açınca içinde büyük olduğunu anlıyorsun. Küçük hissediyorsun ama büyük çıkıyor. Amk ne geri zekalı bir yarışmaydı o ya. Genelde UNO ekmeği gibi el değmemiş istiyoruz ya, hep besaş'lar kalıyor...
Eski sevgilinizle arkadaş kalabiliyorsanız, ki bunu düşünebiliyorsanız birbirinizi hiç sevmemişsinizdir. Ulan eski sevgiliden arkadaş nasıl olabilir ki. Öpüşelim, sevişelim 6 ay sonra tekrar görüşelim.. Oldu bitanem. Olur ya meraklanma...
Son zamanlarda ne kadar sosyal bi insan oldum kendim bile inanamıyorum. Hayır yani bu ben miyim? Ben böyle değildim ki. Gel zaman git zaman insanlar değişebiliyormuş demek ki. İnsanların değişebileceklerine inanmazdım. Muhabbet öyle saçma bir yere geldi ki, kendi kendine konuşurmuşcasına yazılan yazılara deneme mi deniliyordu lan? Biraz sayfa dolsun diye saçmalıyorum..
Bu haftanın en önemli olayı 1000+ kişinin önünde davul çalmaktı. İnanılmaz heyecanlı, fakat bi o kadarda boktan. Kendinden emin olduktan sonra her şey olur. Davul seti pek iyi değildi vasattı ama idare etti. 2. konser çalışmalarına ara vermeden başladık. Hatta 3 parça hazırladık bile...
Demek ki anlatmak istediklerimi olgun bireylere anlatamadığım için burada kendi kendime konuşuyorum. İlkokulda virgülü yerinde kullanmam gerektiğini öğretmeyip, bütün ders kitap okutan ve bütün seneyi o şekilde geçiren öğretmenimin şemsiyesini açayım...
Yeni hedefler var önümüzde. Belki yine gururumuza esir düşebiliriz. Cool olmayı abartabiliriz. Hiç önemli değil kendimiz gibi davranırsak atlarım coolluğa...
Ben böyle değildim demişken coverladığım bir parça aşağıdaki...

28 Ekim 2012 Pazar

Zamanın Getirileri

Yazmayalı çok olmuş. Yazacak bir şey bulamadığımdan değildir böyle sessiz kalmam. Yaşanmışlığın olmamasıdır uzun zamandır yada onların daha harmanlanmamasıdır. Bayramın getirdiği tatil ruhuyla beraber düşünmeye çok fırsat buldum. Bayram sonrası kompozisyonuna doğru gitmiyorum meraklanma. Bayram mesajlarına ilişti gözüm. Sabah 8'den itibaren düşmeye başladılar. İçeriği bildiğim için 12'ye kadar açmadım hiçbirini. Sonucu biliyorum. Bir tek özel mesaj yazan olmayacaktı ve öylede oldu. Ne kadar önemli ve meşgul insanlar değil mi? Başında durmanız gereken bir makineniz mi var? Hangi holdingin sahibisiniz? Birkaç dakikanızı ayırıp mesaj yazamayacak yada arayamayacak kadar acizsiniz. Çekingen misin? Yok artık utanıyor musunuz? Bunları gördükçe insanların hayatında özel birisi olmadığımı anlıyorum. Hiçbirinin hayatlarında yer tutmuş değilim. Emek verdiklerim de dahil. Hadi diğerlerini siktir et. Emek verdiklerinin bu davranışları sergilemesi yenilir, yutulur cinsten değil...
Salon erkeği oldukça bir şeyler daha çabuk kaybediliyor. Kazanmak kolay ama kaybetmekte kolay. Sert olmadıktan sonra bir bokun olacağı yok. Köpek çektiğim kızların durumlarını gördüm. Bizzat test ettim. İşe yarıyor. Peki biz neden insan olmaya çalışıyoruz ki? Hatunlar bundan anlamıyor. Evet hepsi ağzına sıçan erkek istiyor...
Yıl 2012.. Şöyle bir düşündüm de bu yıl senin için nasıl geçti dendiğinde anlatabileceğim o kadar çok şeyim var ki diyebileceğimi fark ettim. O kadar verimli geçmiş ki her açıdan.. Doruk noktası diyebilirim. Kısa filmler, radyo programları, galalar, müzik grubu vs vs.. Birini verseler, al deseler her şeyini anlatabileceğin(güvenilirlik paketi son sürüm olan) biri.. Biz yine ona güvenmeyiz. O kadar ilginç bir zamanda dünyaya gelmişiz ki, zaten biliyoruz...
Karanlıktan korktuğum doğrudur. Hatta küçükken odanın kapısını görecek bir biçimde konumlanırdım yatağa. Artı olarak battaniyeyi kundak yapardım altıma. Hayali böcekler gelmesin diye. Fakat son zamanlarda karanlığı o kadar çok sevmeye başladım ki, bide fonda şiirim varsa kimse dokunmasın bana. Depresif bir kişi gibi görünmüyorum. Zaman zaman öyle hissedebiliyorum...
Eski sevgilinizi unutmanız 17 ay 26 gününüzü alır diyordu bi tivitte. Gerçekten öyle...
Onun yanıma hangi kıyafetle geldiği hiç önemli değildi. O ortama uygun bile olmayabilirdi. Diğerlerinin ne giydiğine karışmaya çalışırdım. Söyleyemediğim zamanlar içimden söylenip, fazla göz önünde bulunmamaya çalışırdım. Aşık olduğunuz kişiye bakarken göz bebeklerimiz %45 oranında büyüyormuş. Onunla beraberken tozpembe bulutlarım varmış meğersem, diğerleriyleyken kilitli zincirlerim. Aşk o kadar bıçak sırtı bi yer ki.. Zamanla nefrete dönüşüyor. Her 5 erkekten 3ü eski sevgilisiyle evleniyormuş. Hayatımızdaki kişiler ikiye ayrılır. Bir 'O' olur birde 'Diğer'leri...
Zamanı geri aldığımda ağlayabiliyordum. Fakat şimdi çok nadir hatta yok bile. Ama hep ilk damla sol gözümden geliyor. Bir gün anlayacağız her şeyin boş olduğunu...
Şöyle bir beddua etmek isterdim. Aşık olsun ama karşılık bulamasın. Köpek gibi yalvarsın kapılarında. Empati kurmayı bilmiyorsa yaşamalı diye düşünürüm. Yaşattığı acıları yaşamalı bir insan. İnsan olmak tutmuyor işte. Erkek olmakla adam olmak diye bir şey var. Adam olun diyorsunuz. Hee çok haklısınız. bu hayatta hep şerefsizler kazanıyor. Götünü götüremeyen insanlar çekiyor başı. Her boku yiyen insanlar mutlu oluyor. İnsan olan hep insan kalıyor işte...

Az evvel gelen mesaj öyle içimi ısıttı ki daha açmadan. Saat 10 buçuk. Turkcell vs. olmayacağı için güzel bir şey bekledim. Ve saniyenin 5te 1i içinde anladığım e-mail doğrulama kodu.. Böyle salaklıklarımızda var. Bekleyenlerdeniz. Aynısını değil..
...Yine de bir adın kalmalı geriye 
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç..

Bu şiir benim için önemli diyebilirim. Öyle sanıyor olabilirim...
Küçük resim ilahi paylaştığımı göstermiş olabilir.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Peki ya siz?

Yalnızlık insana bazen o kadar ağır geliyor ki, böyle sabaha kadar aynanın karşısında oturduğum bile oluyor.. Hani aynadaki görüntün insana bir başka birisi varmış gibi bir izlenim yaratır ya; ''Yapma moruk ya hayat böyle mi geçecek? ‘dedi. Peki, söyler misin bana dedi. En çok kimi sevdin? Aaa dedim cevap veremem. Dedim çok zor soru... Siz olsanız ne cevap verirdiniz? Gecenin bir vaktinde tarihi bir harabede dolaşmaya gitseniz de 17 yaşınız karşınıza çıksa ve size dese ki en çok kimi sevdin? Ben dedim cevap veremem. Sevgi iki kişilik bir iş değil ki, önce onu birisinde keşfediyorsun onunla beraber birşeyler biriktirmeye başlıyorsun, biriktiriyorsun biriktiriyorsun sonra olmuyor yürümüyor kopuyorsun gidiyorsun, onda biriktirdiklerini alıyorsun götürüyorsun başka birine emanet ediyorsun. Sonra başkalarında biriktirdiklerini sana getiriyor. Bazen yürüyor bazen yürümüyor. Alıyorsun gidiyorsun emanetlerini başka birisine açıyorsun yüreğini '' Al diyorsun ben sana geldim, bak başkalarında şunları şunları biriktirdim, geldim hepsini sana emanet ediyorum.'' Aslında bir kişiye seni seviyorum derken, kim bilir kaç kişiye seni seviyorum diyoruz...

26 Eylül 2012 Çarşamba

Boş

Ne zamandan beri yazmıyoruz bir şey bulamadım. Demek ki yaşanmışlık birikmemiş. Ama bu kadar zamanında boş geçmesi imkansız gibi gözüküyor. Aslına bakarsanız hayat garip. Hepte bu söylenir hani. Yada bizler garibiz. Yahut insanlar çok garip. Saçmalama noktasına geldiğimize göre evet başlıklara geçebiliriz...
Öncelerde sizin bir şeylerden yani bazı kimselerden kurtulmak için yazıp yönettiğiniz yalanların başka bir yönetmenin eline geçip üstüne üstlük aynı formatta yayınlanması insana koyuyor. 'Hopp hemşerim hani telif hakkı nerede' diye sorasım geldi. Ondan sonra olaylar olaylar...
Yeni insanlar tanımak iyi hoşta biliyor muyuz ki onlar bizi tanımak istiyor mu? Hee görünüşe bakılırsa evet ne kadar içten, samimi, cana yakın insanlar değil mi? Hepsi birer melek.. Böylelerini görünce elinizdekilerle yetinmek daha cazip geliyor. İyide elinde de hiçbir şey kalmamışsa.. Kendinizden nefret edersiniz aslında...
Umutlar her zaman yaşama bağlar hani bizi. Hep kendi isteğimiz gibi olsun isteriz herşey. Hayaller hep o yöndedir. Umutlarımızda bağlantılı olarak. Ama suya düşme anı var ya.. sorma gitsin..
Ama bir kapı kapanır öbür kapı açılır. Her yeni kapıda bir umut kapısı aslında. Umutlarımızın kötü bi sonla sonlanmasından gelen alışılmış çaresizliğimizin sonucunda o kapılar birer birer kapanır.. Bu yazdığım cümlede ne anlatmak istediğimi bende anlamadım. Anlamadıysanız hiç neden anlamadım diye düşünmeyin rahatlayın...
Arkadaşım yok diyorum kimse inanmıyor. Başarılı insanlar neden hep yalnız kalırlar? Yalakaları bırak onlar hep vardır. Yakışıklıysan, güzelsen, paran varsa, işin varsa vs vs. Güçlü insansın evet ama yalnızsın. Bunu anlamamışımdır..
Sevişene kadar herşey normal ilerlerken seviştikten sonra düşünceleri değişen kızla ne işimiz olur acaba? Aç falan mıyız biz? Yada ilk seferde tadını alamadığımızdan mıdır tekrar tekrar ısrarlarımız, köpek gibi peşinden koşmalarımız.. Yüzsüzlük mü acaba yaptığımız? Aslında yüzsüz olacaksın bu zamanda. Mahalle baskısını üzerimizde hissedince hiçbir şekilde özgürlüğümüzün farkına varamıyoruz aslında. Lise yıllarında yazdığım kompozisyonlarda fazla kelime tekrarı yapmadığım için ödüle layık görülmemiştim ama son zamanlarda fazla kelime tekrarı yapıyorum ve bundan dolayı kendime çok kızıyorum. Demek ki kendine zaman ayıramıyorum..
Elele dergisinde Bay J'nin röportajına rastladım. Üstat şöyle diyor ' Kadınlar bu dünyadaki en güzel canlılar. Ben de kadın güzelliğine takıntılı bir insanım. Hani diyorlar ya 'Peki içi dolu olmasın mı?' Olsun ama ben güzel bir kadınla olmayı seviyorum..' Yok yorum yapmayacağım. Taparım...
Son zamanlarda 2-3 saat davul üzerinde zaman geçiriyorum. Zaman geçirmekte denmez aslında, zevk alıyorum. Kötü bir alışkanlık gibi. Ve konservatuvar düşünmeye başladım. Aslında herhangi bir üniversiteye kapak atıp, orada bir müzik grubu olayına bile girilebilir. Kafam çok karışık..
Katıldığım atölyenin (16mm atölyesi) galasını geçen haftalarda yaptık. Çok tatlı bir heyecan vardı. İlk defa mikrofona konuşmak son derece keyif vericiydi. Ama montajdaki arkadaşın diğer söylediklerimi kesip, ilkokul çocuğu gibi 'ilerde yönetmen olamak istiyorum' kısmını bırakması gerçekten acı vericiydi. Hafif burukluk var atölye bittiği için..
Bekarlık hayatına hazırlık dönemindeyim. Son iki haftadan beri provalar başladı. Farklı bir şehirde olsam hiç zorluk çekmeyeceğimi anladım. Çamaşırı az sıktırırsan ütüye gerek kalmıyor mesela bu süper. Yemek sıkıntısı var eee hazıra dağ dayanmaz tabii..
1 ay sonra bi blog yazdık. Bizi etkileyen olayları o anda bir yere dökmedikten sonra zamanla unutuluyor. Bu yazının hiçbir şey anlatmadığı gibi. Artık yalan söyleyenleri gözlerine bakarak anlayabiliyorum. Evet evet...



27 Ağustos 2012 Pazartesi

Gerçekten iki kere yaşanmıyormuş!

Nil özeti geçmiş. Söyleyecek söz sanırım yok...
Ne muhteşem ki ve ne yazık ki,  hiçbir şey tekrar edilemiyor.
Yaşadığım çok güzel bir şeyin aynısını tıpkı geçen seferki gibi yaptım. Aynı insanları aynı yerde, aynı saatlerde bir araya topladım. Geçen sefer yaşadığım o güzel şeyleri tekrar yaşamak, hatta belki bir ihtimal geçmek beklentisiyle..
Bir kez daha gördüm ki, Heraklit haklı, aynı nehire iki kez giremiyorsun. Yaşadığın hediye gibi anları, tekrarlayamıyorsun. Her şeyi aynı tutsan da, başka zamandasın. Daha da önemlisi, senin dışındaki her şey değişiyor. Sen, her şey, her değişken olamıyorsun. Hayat akışkan. ve iyi ki de öyle. Yaşasın! ve ne yazık ki böyle! Tüh!..
Hal böyleyken, anladım ki, yaşadığın an yaşayacaksın. Evet aynen bu cümledeki kadar çok kere! Gözyüzüne dikeceksin gözlerini, uzun uzun bakacaksın. Rüzgar yanından geçip gidemeyecek, uzun uzun çekeceksin içine, toprağa batıracaksın ayaklarını, kök salacak. Kim varsa sevdiğin, öp öp öpeceksin. Seviyorsan, yüzünü güldürene dek söyleyeceksin. Güzel bir şey gördüysen, gidip sarılmaya sarılamıyorsan, oturup çizmeye çizemiyorsan, yazmaya çalışacaksın. Her ana, eşsiz bir heykele, bir sanat eserine bakar gibi kıymetini teslim edeceksin ki... O da seni kucaklasın. O, o ana özel bir gösteri. Bir daha orası öyle olmayacak. Onlar da öyle olmayacak. İşin daha da tuhafı sen bile başka olacaksın başka sefere...
Tekrarımın aynı değil de 'başka' oluşu beni öylesine şaşırttı ki, artık yapışıyorum 'olan'a. Ellerimi hiç bırakmadan, başka birilerini içine sokamayacağımı, her şeyin o sırada tek kereliğine orada olduğunu bilerek...
Hayatın içine çekemediği, hayatı içine çeken o nadir insanlardan olmak istiyorum. Kafası dağılmayan, dalıp gitmeyen. Önündeki o büyülü berraklığa onu çizecek, avucunu daldırıp içecek kadar yakın. Yakından da yakın...
Hani şu meşhur 'bir dahaki sefer' yok yani. Sefer bu sefer. Nereye gidiyorsan, ne görüyorsan, yanında kim varsa, ne oluyorsa, tek sefer...
Nil KARAİBRAHİMGİL / Hürriyet - 27Ağustos2012

26 Ağustos 2012 Pazar

Hayal

Yazacak bir şey olmaması korkutuyordu daha dün. Bugün korkutmuyor. Ama yazacak bir şey yok. Hani o söyleyemediğimiz, içimizde küflenen, kurtlanan harfcikler, hececikler, kelimecikler, cümlecikler, paragrafcıklar..
Evden bi hışım çıkarsın ağzına yüzüne sıçmak için. Kendini buna inandırırsın. Hani? Sen busun olum. Gerçekleri göremeyen, kaybetmekten korkan, bir hiç gibi yaşayan bi aptal. Ulan bi an kendime söylüyormuş gibi oldu. Kendi iç muhasebemi yapar gibi..
Aşık mısın diye sorsalar bana 'evet' diye cevaplardım sanırsam. Yalan söylerdim ama evet derdim. Yada şu an yalan söylüyorum kim bilir. Her zaman iyi olmak, iyi gözükmek yetmiyormuş aga. Yeri geldiğinde ağzına da sıçacaksın, kollarına almayı da bileceksin. He yapamıyorsan, olayları dengede tutamıyorsan s.ktir git..
Hayallere dalmak için, günün değerlendirmesini yapmak için yada yaptığın aptallıkları düşünmek için bi noktaya dalarsın ya hani. Sırf bunları aklına getirebilmek için. Hani gelmez hiçbiri, öküz gibi bakakalırsın o noktaya. Belki o odaklandığın deniz, balıkçı teknesi, balıklar.. belki onlar düşünüyordur bizim yerimize olamaz mı?..
Kurduğun hayaller suya düşünce sudan çıkmış balıktan hiçbir farkın kalmaz ki. Yapamamak, çaresiz kalmak. Elin kolun bağlı gibi gözükür gözlerine. Sadece kendi gözlerine..
Aşktan ümidini kesmemiş biri olarak konuşmak gerekirse.. tabi lan bu yaşta ne ümit kesmesi. Şu anlık aşkı yaşamak yerine yazmak, yada yazabildiğini düşünmek daha hoş.. S.ktir lan!
Hani ağlamak gelir içinden ama akmaz yaş
Hani çığlığın kalır içinde, ölür yavaş yavaş
Hani gözlerin, hani gözlerin kağıtlara dalar, bomboş bakar
Yazmak gelir içinden ama yazamazsın
Umursamazlık bir hastalık gibi sarar kalemini kurtulamazsın
Ve anlarsın...
Bedenin özgür kalsa neye yarar?
Acıtır ruhunu içinde kalanlar
Dönemezsin artık geriye,
Tek yön seçtiğin tüm yollar
Hani ansızın kaçar gidersin bütün dostlardan
Hani gün gelir, uzaklaşırsın bütün aynalardan
Hani gözlerin, hani gözlerin uzaklara dalar, suskun bakar
İçinde kalanları anlatamazsın
O suskunluk bir hastalık gibi sarar vücudunu kurtulamazsın
Ve anlarsın...

24 Ağustos 2012 Cuma

... O kadar öldürüyoruz bizi

Yazmak bile gelmiyor içimden. Yazabilecek bir şeylerin olmaması beni çok korkutuyor. İnsanların korkutması ayrı tabi. Mutluluk bize verilen en güzel hediyelerden biridir. Ama bazı zamanlar üzülmememizin karşılığında verilir ve bu çocuğu şekerle kandırmak gibi bir şeydir. Herkesin aynı şeyi söylemesi tesadüf değildir. Öznellikten ziyade nesnellik kokuyor..
Aynı filmi neden tekrar seyrederiz? Seyrettikçe yeni ayrıntılar yakalarız. Bir daha, bir daha ve bir kez daha. İlk seyrettiğimizde anlayamadığımız yerleri anlamak için. Tadını sindire sindire çıkarmak için. Ama bir zaman sonra kabak tadı vermeye başlar. Aradan zaman geçtikten sonra bir daha seyretme isteği doğar. İşte bu AŞK'tır...
Kirpiler kışın ısınmak için birbirlerine sokulurlar. Her sokuluşta dikenleri batar birbirlerine. Ayrılırlar bir süre. Sonra tekrar üşüdüklerini fark ederler. 3. seferde dikenlerinin yardımıyla ikiside ölür.. İşte bizde böyleyiz seninle. Ne kadar çok sokulursak birbirimize, o kadar öldürüyoruz bizi...
İnsan 7'sinde neyse 7'sinde odur. Ne kendimizi değiştirmeye çalışmalı, ne de karşımızdaki insanları. Katlanılabiliyorsa böyle katlanılmalı. Her şeyden şikayet edip çuvaldaki cevizleri kırmaktansa olduğu gibi kabul görmek en iyisi...
Karanlıkta yalnız olduğunu anlamaz insan. Karanlık bazen çok şey anlatır. Korku, öcü, ceeee. Bazen hiç. Bazende elektrik olmasa ne yapardık dedirttirir. Ama çoğu zaman hayaller kurdurur...
Gitmek cesaret ister ufaklık
Gideceğin yer neresi olursa olsun
Sevdiklerinle arana mesafe girince
Varış yerinin hiç bir anlamı kalmaz.
Vedalaşmakta zor iştir biliyor musun?
Oturursun geminin kıçına.
Bakarsın sevdiklerine gittikçe ufalırlar ufalırlar kaybolurlar
O zaman anlarsın işte
Vedalaşmak asıl kalana değil gidene koyar.
100 defa söyledim sana hüzünlü değilim, mizacım böyle.
Bak şarabımla beraberim.
Çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum
Şarabımdan Ayrılmadan hemde.
Ben şarabımdan Ayrılmıyorum.
O da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor.
Ne olmuş yani büyük adam olamadıksa?
Hayallerimizi satmadık ya ?..

Ne güzel söylemiş Erdal Tosun. Ya da ne güzel yazmış filmin senaristi..
İşte böyle ufaklık...

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Son kez

Uzun zaman sonra yeniden.. Bayram gelmiş haberimiz yok. Artık sıradan birer gün gibi gelmeye başladı. Akrabaları görme isteği sıfır. Aynı ortamdaki kişilerin 'nasılsın' diye sormasından gına geldi. 2 dakika önce iyiyim dediğimi duydun değil mi? daha ne soruyorsun ki.. Bayramın son günü dışarıda geçti. Belkide benim bayramımdı...
Tattığınız acıları tekrar tekrar yaşamak ilk günkü gibi acı vermez hiçbir zaman. Acıları göze alarak yeniden bir şeylere başlamak ne kadar doğrudur bilemiyorum. Sonucunda yaşanacak acılar minimum seviyeye inecek. Kaybetme korkusu olmayacak içinde. Ne kadar varsa da içinde belli etmeyeceksin...
Ulaşmaya çalıştığımız şeylere ulaşınca bütün ulaşma çabalarının tükenmiş olması, tekrardan o mücadeleyi veremeyecek olmanın korkusu da var bi yandan. Sevgiliye ulaşmak için katedilen yolun bir anda bitmesi kadar kötü bir şey yok. Yol engellerle doludur ya hani. Engellere takılıp düşmek, canımızın yanması.. her zaman zevk verir bize. Acı nasıl zevke dönüşebilir değil mi.. Gözümüze o kadar tatlı gelir ki. Tozpembe bi yol. Engelleri tozpembe görebilecek kadar kör gözler. Düşerken sanki yumuşak bir yatağa düşer gibi yüzükoyun bir düşüş. Ve kalbe saplanan dikenler. Ama nafile..
İnsanın kendi kararlarını kendisinin vermesi büyük bi özgürlük. Başkalarının etkisi altında kalmamak. Zaten kalmak çok büyük bir güvensizlik ve aptallık. Ne ne istediğini bilebilirsin, ne gerçek duygularını aktarabilirsin..
İnsanlar sizden şans istiyorlarsa verin o şansı. Evet evet vermek gerek. Sonuçlarına katlanırız nasıl olsa. Tozpembe yolumuz var.
Gözler her şeyi ama her şeyi...
Son kez tozpembe yola çıkıyorum. Ama bu sefer kendime söz veriyorum. Gerçekten 'son kez'. Tekrarı olmayacak.. Sizde söz verin. Ama tutun..
Sessiz bir veda... 

14 Ağustos 2012 Salı

Tek cümle

Garip olum hayat. Yarına uyanabileceğimizin bile garantisi yokken neleri dert ediyoruz ki? Yaşamak için bunca güzel neden varken, neden saçma sapan şeylerle zamanımızı harap ediyoruz?
Her gün yeni bir hedefle uyanabiliriz hayata. Ulaşmak için çabalamak kadar güzel bir şey yok ki.. Başarmak ya da başaramamak. Ne olabilir ki ikisinden biri olsa. Hiçbir şey kaybetmeyiz. Gereksiz işlere, kişilere harcadığımız zamandan bile daha değerlidir, başarmak için uğraştığımız fakat başaramadığımız zaman...
Küçükken bayram gelsede bayramlık almaya gitsek, para toplasak diye bakardık. Şimdilerde ise bayramlar sıradan birer gün olmaya başladı. Çocuk aklı demek. Düşünemez ki. Sanırsam içimizdeki çocuk öyle hissettiriyordu. Ne oldu ona? Ama ben hala yalnız kaldığımda konuşuyorum onunla. Şizofren gibi görünebilirim. Hayır hiç alakası yok. Olsun ben böyle mutluyum. Siz hala onunla konuşamıyor musunuz? Kendinize dikkat etmelisiniz. Yoksa...
Hiçbir arkadaş birbiriyle ne öpüşür ne sevişir. Bunu unutmamak lazım...
Ölümden bahseden insanlar çok acayip. Yaşlılar hadi neyse..
Birine karşı ilgi duyuyorsak o ilginin karşılığı kesinlikle ve kesinlikle vardır..
Kendinden küçük hatunla çıkarsın sübyancı derler. Ne biçim bi toplumda yaşıyoruz lan!
Kadınlar duygularıyla hareket ettikleri için, ne kurarlarsa onu görürler. Ve biz erkekler bunu bile bile değiştirmek için zaman kaybederiz. Ama eminiz ki salağız. Bile bile bir şey yapmak, hatta bunu tekrarlamak anca aptallara yakışır..
Bizden bir şey alırken hep vermemizi isterler..
Kendini eleştirebiliyor musun? Hayır mı? O zaman s.ktir git..
Geçen akşam kuşların yemlerini yuvalarına taşıyan karıncaları izledim. Yalnızlık böyle bir şey olsa gerek. Hatta yardım bile ettim...
Yalnızlık çok kapsamlı bi konu olduğu içün sadece bir kısmından bahsetmek yeterli. Bunu bulamayanda var.
Kadınlar çok iyi bir oyunbazdır. Hatta onlardan tiyatro dersi alabiliriz.
----
Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla.
Yaşlanmak hoş değil öyle duvarlara baka baka
Bir dost göz arayışıyla.
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam, geçinip gideriz biz mutlulukla.
Ama ‘’Günün aydın, akşamın iyi olsun’’ diyen biri olmalı.
Bir telefon sesi çalmalı ara sırada olsa kulağımda
Yoksa, zor değil, hiç zor değil, demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ‘’Çaya kaç şeker alırsın?’’
Diye sormalı ya ara sıra...

Hepimiz Can Yücel'e ait olduğunu sanıyoruz ama öyle değilmiş. Uzun bi hikaye aslında kısa. Merak eden açıp okur baba. Bak kafiyeli oldu. Elif Şebnem Akal'a ait dizeler yalnızlığı nasıl bu kadar güzel anlatabilir ki..
İşte geldik gidiyoruz dostlar uğurlar olsun...

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Hayat birader hayat

Aslında pek bir şey yaşanmadı ayrı kaldığımızdan beri. Seninle beraber geçirdiğimiz günler dışında. Gittiğimiz yerlere uğramadım bile. Neden kendimi boşu boşuna üzeyim ki. Son gittiğimiz alışveriş merkezinin yolunu dahi unuttum. Arabaları saydığımız bankı, karın altında ayakkabımın içeri aldığı kar suyunu.. hepsini unuttum. Fark ettim ki sana aşık falan değilim. Ferhat Göçer'inde dediği gibi 'seni sevmeye aşığım'. Biraz şizofrenik ama olsun. Arkadaşlarımda öyle dedi. Sen benimle beraber yanında başkalarınında olmasını istiyordun. Ama bu bi erkek için kabul edilemez bir durum. Hep cepte gördün bizi. Kendini buna alıştırdın. Ama kaybettin. Benim kaybettiğimi düşünüyorsun. Yanılıyorsun... Duvarların arkasına saklanarak kendinden oldun, bizden oldun. Cesaretsizliğini yenemedin. Korkak bir ceylan gibi..
Haydi uydura uydura bir şeyler yazdım yukarıya. Alttakini alıntı yapıyorum hiç dokunmadan. Çok doğru sözler. İçinde kendimizi kesinlikle bulacağız... Bana ne bul bulma. Kime diyorum ki...
Ya ben hâlâ saflığımdan gol yiyorum ya ona yanıyorum. Hacı abi öyle kolay değil işte ya. Ben bu hayatta çok çelme yedim. Hem de en sevdiklerimden lan. Sıradan insanlar değil yani. Hani dönüp de böyle "Ne yapıyorsun lan sen ne yapıyorsun sen!" diyemeyeceğim, kıyamayacağım insanlardı kardeşim. Ben bazen böyle kör olacak kadar çok seviyorum ne yapayım. Göremiyorum ki hiçbir şeyi. Karşımdaki canavarlar gözüme o kadar sevimli gözüküyorlar ki kardeşim. Sen onlara bir de benim gözümden baksan... Oğlum ben geçen seneye kadar dünyada gerçekten kötü bir insan olabileceğine inanmazdım ya. Yemin ediyorum bak. Ama işte gözümle gördüm, ikna oldum. Sen şahitsin. İnsan işte gerçekten kötü olabiliyormuş kardeşim. Sebep sonuç ilişkisi aramana gerek yok. Olabiliyormuş. Aga, canımızı yakarlar kardeşim kendine dikkat et bak. Bunu yaparken de o kadar büyük zevk alırlar ki var ya. Sen ben dönüp orta hakeme bakmayız bile. Niye biliyor musun? Çünkü bizim için o apaçık penaltıdır. Ama onlar oynamaya devam ederler işte. Sen tevazu yaparsın, onlar gerçek zannederler. Sen, aman efendiliğimi bozmayayım onca yaşanmışlık var dersin, onlar pısıyorsun zannederler. Dedim ya kardeşim onlar için bu sadece bir oyun ya. Ama senin benim için öyle değil ki oğlum ya. Bu bizim hayatımız bu bizim gerçeğimiz lan. Haliyle işte ben de herkese karşı önyargılıyım kardeşim gitti bitti işte oğlum.
İşte böyle dostlar. Göksel son klibinde çok seksi geldi gözüme. Seksi demişken geçen akşam Cengiz ile beraber seks üzerine konuştuk radyoda. 1 saatlik bir bant kaydı kaydettik. Ama yayınlanacak gibi bir şey değil. Güzel bi hatıra oldu. Ama daha edeplisini yapacağız yakında...
Birkaç günden beri bagete el sürmüyorum. Sigara tiryakileri gibiyim. Ölecekmişim gibi oluyor. Pis bir bağımlılık. Allah davulsuz bırakmasın. Yeni bir setup gördüm. Almayı planlıyorum. On numara ki cepte bozukluklar var. Kısmet her şey. Bi kısa film çekeriz olur biter..
Eskilerden.. Yalnız kalacaksın günün birinde...

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Çok uzunnn

Nemli geçen günlerin ardından beraberiz. Hava şu anda serin. Kıyı kesimindeyim ondandır.
6 hafta kadar süren atölye çalışmamızı tamamladık. Ortaya bir film çıkarmak hiçte kolay değilmiş. Hani millet zannediyor ya 120 dakikalık film 120 dakikada çekiliyor diye. Gerçekten ülkemin insanı komik. Yok yok trajikomik. Hani tatilden dönüş günü geldiğinde dönmek istemezsiniz. Ama sizi bekleyen bir hayatınız vardır ve mutlaka dönmek zorundasınızdır. Set içinde aynı şeyi söyleyebilirim. İçimde bi burukluk var. Hiç bitmese daha iyiydi diyorum. Yarın filmin kurgusuna başlıyoruz. Bakalım nasıl bir şey çıkacak, çok merak ediyorum.
Mesaj hakkınız olduğu zaman mesaj gelmez ama tam bittiği gün mesajların ardı arkası kesilmez. Haram olsun verdiğim TLlere. Hata bizde ama. Suçu ne zaman kendimizde aradık ki? Gelmemesinin en büyük sebebi biziz be abii. Hep aynı şeyleri yazıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Galiba da öyle.
Hep birilerine eleştiriyoruz, yargılıyoruz, yakınıyoruz. Acaba bunların hiçbirini yapmayan bi insan bulabilir miyim? Fazla olmasına gerek yok. Bir tane numunelik yeter.
Çevremdeki masalar dolmaya başladı. Hadi diyelim 5 masa var. Birinde ben oturuyorsam kalır 4 masa. 2 masayı mature takımı işgal ettiyse kaldı 2. Hadi bir masada hatunun biri oturuyor derken yine şom ağzım devreye girdi. Gözümün önünde kalktı gitti ya la.
Sevişmiyorsak görüşmeyelim erkeği varmış. Bugün okuduğumda kendimi 5 gruptan birine koymaya çalıştım. Durun şimdi yalan söyleyeceğim. Sonuçta olgun insanlar yalan söyler. Evet 5 gruptan birine sokamadım kendimi. Ve bu kadar masum olduğuma çok üzüldüm. Yazık lan.
Japonların yaptığı araştırmaya göre işaret parmağı yüzük parmağından kısa olan erkeklerin penisleri daha uzun oluyormuş. Fakat dikkatinizi çekerim araştırmayı JAPONlar yapmış. Adamlarda bi kompleks oluşmuş ki sorma gitsin. Şimdi benimki kobra diye geçinen erkekler kaldırın bakalım barnaklarınızı...
Bu akşam baya uzun yazacağım galiba. Çünkü çevrem çok dolu. Ve boş boş oturmaktansa bir şeyler karalamak iyidir. Birazda utangacımdır sormayın gitsin. Şu an 3 tane hatun banko cepte. Fakat işte ben ağırdan satıyorum kendimi. Ego mu demek lazım? Yok yok egoist değilim. Sadece çekingenim. Yumurta kapıya dayanınca yapmayı severim. Yine öyle olacak galiba. Sanırım böyle olmasından zevk alıyorum..
Şu küpenin ve sakızın gözünü seveyim be. Bu kadar etkili olur mu hatun etkilemek konusunda. Yok lan benim saçmalamam. Aslında kimsenin etkilendiği yok. Kendimi avutmak için bu yollara başvuruyorum. Mesela bu satırları yazarken tüm ilginin benim üstümde toplandığını düşünüyorum. Fakat yine kendimi avutuyorum. Psikolojik rahatsız gibiyim dimi??
Evet galiba psikolojik bi travma geçiriyorum 1 seneyi aşkın bir süredir. Geçen eski kız arkadaşıma aşık olduğumu söyledim. Anlayışla karşılamadı tabi. Fakat bunu dile getirirken geçirdiğimiz zaman zarfı içerisinden onu hiç kullanmadım. Günah çıkarır gibi oldu ama, bana iyi geldi. Ulan banada kız arkadaşım başka birine aşığım deseydi ben kabuğuma çekilirdim. Harbi öküzüm lan ben. Ama yalan söylemek yerine doğruyu çatır çatır söyledim. Erdemli bir davranış sergiledim. Aslında söylemedim gibi o anladı. Ya da sorduğu soruya hazırlıksız yakalandım. Neyse artık olmuş şeyler. Kesilmiş tavuğun davasını yapmayalım..
Av mevsimi başladı benim için. Biraz geç oldu ama baya bir ekmek çıkacağa benziyor. Hakan Hepcan balık burcuymuş bu arada. İlgi duymaya başladım. Yanlış anlama sadece kafa yapısına. İkimizde bu ilişki konusunda bir şeyler sayıklıyoruz. Onunki biraz daha sekse dönük olsada birbirimizi tamamlıyoruz. Tamam sustum.
Çok entel takılıyorum şu an. Küpe, saat, bileklik, sakız, kahvem... Çok cool bir havadayım. Hee ele avuca bakılırsa boş tabi. Neden boş? Çünkü ben çekingen bir yapıya sahibim. Mahalle baskısı var üzerimde...
Şu son günlerde yalnız kaldığım kadar hiç yalnız kalmamıştım. Evde pes oynamaya başladım. Belli aralıklarla 5 defa davul çalmaya. Depresif bir yapı oluşturmaya çalışıyorum. Ailem ile yaşamasam evin halini düşünüyorumda, tam hayallerimdeki gibi. Topla, dağıtma sesleri hiç yok. Pehhh..
Herhangi bir gazetede yazarlık yapsam, her gün böyle saçmalasam ne kadar kazanırım acaba? Yok yok sormuyorum ki kendime işe alınabilir miyim diye...
Facebook bozdu, twitter'da bozulmaya başladı. Eee sırada ne var?
Haydi bakalım. Bu akşamlık bu kadar yeter. Masada daha fazla oturabilmek için bu kadar uzattım. Kafamda merhabalaşan çiftler ve tekler var. Tekler her zaman favorim. Tek sayıları sevmem ama..
Gece yattığımda ünlü bir grubun davulcusu olarak hayal ediyorum kendimi. Balık burcuyum sonuçta ben hayal kurmayayımda kimler kursun. İşte o hayallerimde şu parça canlanıyor son günlerde. Davulun üstünde vakit geçirirken sık çaldığım parçalardan. Eee ne diyelim artık ' Hayat mayat diyorlar benim gözüm mayatta. Hayatın eksiği var hayat eksik hayatta' yıllardan beri ezbere bildiğim tek dize. Tabi 'ben sana mecbuğum' da var...
Değer mi hiç?

17 Temmuz 2012 Salı

Kazandibi

Aslında daha tam anlamıyla dolmadım. Kazanın dibinde kalanları sıyırmam lazım. Yaz günlerinde klimanın serinlettiği gibi serinletmek isterdim insanları, fakat başarılı olamadım. Gerçi neyi başarabildim ki.. Ona güvenme, buna güven. Hani pedere bile güvenmeyecektik. Hep klişe sözler, konular. Neden güveniyoruz? Ulan kendine bile güvenmeyeceksin daha ne..
Yalnızlık... Kendimize vakit ayırmak lazım. Kendimizi dinlemeliyiz. Hatta yalnızlığımızla bi kahve içmeye bile gidebiliriz. Başkalarıyla zevk alarak yaptığımız şeyleri onunla deneyebiliriz. Belki bu bize iyi gelmeyecek ama, kendimizi kazanacağımızı düşünüyorum.
Hani filmimizin baş karakteri vardır. Her akşam meyhane tam kapanırken kapıdan çıkar. Hani o rakıyı sevgilisi gibi içmesini, sigaradan derin bi fırt çekmesini.. Her karakteri kendimizle özdeşleştiririz zaman zaman. Bardağındaki dudak izinde gizlidir yalnızlık. Sigarasındaki dumanda, herhangi birine ısmarladığı içkide, verdiği bahşişte, attığı adımlarda...
Bu oyunun büyük bölümünde hep birilerine güvenmek zorunda hissederiz ve mecburuzda. Kuralına göre oynadıkça kaybediyoruz. Hep iyiler kazanıyordu. Ne oldu onlara? Kaybettiklerinizin değerini sadece yalnız kaldığınız zamanlarda anlıyorsunuz. Birkaç saat görüşseniz ya da daha fazla, belki bir daha istemeyeceksiniz. Siz azla yetinmesini bilin yeter. Gurur denilen şey çok pis. Yapacağınız varsa bile size engel. Ayağınıza sarılan ağlak çocuk gibi. Engelsiz koşuda ayağımızı burkmamız gibi..
Aşık olduğumuzu zannederiz hep. Her yeni başlangıç tatlı gelir hepimize. Davranışlarınızda büyük bir değişim olur, tabi ilişkinin sonuna kadar ve sonlandırma aşamasından bir uzun süre daha. Unutamamak, acı çekmek bunlar en tatlı kısımları aslında. Acıymış pehh. İşte o aşık olduğumuzu zannettiğimiz kişilere aslında aşık değilmişiz. Biz sadece aşka aşıkmışız. Çektiğimiz acıları seviyormuşuz meğersem. Ne demiş Zeki Müren 'yeter ki gel bana senede bir gün'. Ne güzel aşk senede bir gün olanmış. Herhangi bir zamanda karşılaşacağınız yermiş. Mutlu geçen bir gününüzün onun hayaliyle beraber piç olmasıdır. Ve daha niceleri. İşte biz bunlara aşığız..
O kadar yalnızlık tecrübem var ki anlatabildiğim kadarı bu. Anlatamadığım daha doğrusu. Telefonumun şarjı 2-3 gün kadar idare ediyor. Saat 16:22de hep hava durumu mesajı gelir. Ama mesajın hava durumu olduğunu bile bile bir ümit avuçlarım telefonu. Akşamları babasından gofret bekleyen çocuğun beklediği gibi mutlu edecek birilerini bekler dururum. Gelmeyeceğini bile bile. Hiçbir zamanda gelmeyecek..
Üzülerek söylüyorum, iyi görünen iyi olarak nitelendirebilirim kendimi. Çünkü bu hayatta kötü yanın mutlaka olacak. Herkese iyi davranmak salaklığın hatta salaklık bile değil. Belki, evet evet kelime bulamadım. Evet kabul ediyorum salağım..
Meyhane masasında anlattığımız karakterimiz bilgisayarın başında bu şarkıyı dinliyor. Benzetme. Paralel kurguda olabilir. Hep karıştırıyorum. İşin şakası bi yana karıştırmıyorum artık. Paralel kurgu ile benzetme diye bir şey karıştırılamaz ki. Sadece metin uzun gözüksün diye saçmaladığım birkaç cümlecik.
Gönlümde açmadan solan bir gülsün
Her zaman gamlıyım her zaman üzgün
Beklerim yolunu aylar boyunca
Yeterki gel bana
Senede bir gün, senede bir gün...


9 Temmuz 2012 Pazartesi

Acımasız gerçekler

Oğlum bu satırları sana bizim balkondan yazıyorum. Hava baya baya serinlemek üzere. Hatta yağmur yağsa hiç şaşırmam. Güler geçerim. Yanlışlıkla şişe kırdım. Hala bana bakıyor parçalar 'bizleri topla' dercesine...
İki günden beri Emre Aydın hastası oldum. Aralıksız iki şarkısını dinliyordum. Fakat depresif kişiliğimden kurtulmak istedim. Güzel bir playlist oluşturdum açık havaya uygun..
İlk paragraf şişe kırıldıktan sonraydı. Peki diğer şişeler? Şu an binlerce şişeyi yorulmadan, bıkmadan, usanmadan kırabilirim. Potansiyel enerji. Sinirlenince Marilyn Manson dinliyorum çok garip. Yok yok tam yerinde..
İnsanlar ne yaparlarsa yapsınlar iyi niyetimi kötüye çevirecek bir şey bulamıyorum. Büyük salaklıklarımdan biri. Kişiye gereğinden fazla değer vermek. Akabinde değersiz muamelesi görmek katlanılır gibi değil.
Senaryo için Geveze'nin kitaplarını karıştırırken bir şeye rastladım. Uygulanması gerek tavır...
Gidene 'kal' demeyeceksin... (Yaptığımız en büyük yanlış)
Gidene 'kal' demek zavallılara,
Kalana 'git' demek terbiyesizlere,
Dönmeyene 'dön' demek acizlere, (Bu kadarda düşmüş olamayız)
Hak edene 'git' demek asillere yakışır.
Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme,
Yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Son beyitte belirttiği gibi 'hak etmek'. Verilen değeri hak etmesi lazım. Fakat biz öyle bir kafa yapısı, duygu yoğunluğu içinde oluyoruz ki, ver babam ver. Almak yok! Paso veriyoruz..
Zaman zaman ölümden bahsediyoru(z)m. Ölmek nasıl bir tepki yaratır bu merak konusu. Oturduğum koltuk, parmakladığım telefon, su içtiğim bardak.. dile gelirler mi acaba? Onları geçtim değer verdiğimiz ama vefa sorunları olan insanlar dile gelirler mi? Hee gelseler ne olacak tabi. Mevta olduktan sonra ne önemi var..
Eski davul kayıtlarımı dinledim. Sanki kırk yıllık davulcu gibi. Kendime, bizimkilere, komşulara çektirdiğim eziyetler Çin işkencesine eş değer nitelikte. Ama şimdi bakıyorum da, pehhh ne günlermiş..
İntikam Vakti... Mutlu olmak için bencil olmak gerekiyor. Kimseyi düşünmeyeceksin anca o zaman mutlu olursun. Ama bizimle mutlu olmasını istediğimiz insanları düşünürüz. Hani onlar mutlu olmak istemeseler bile bizim çabalarımız vardır. Boş giden çabalar, zamanlar. Hep gereksiz kişilere denk gelir gerçekte. Bizim zihnimizde hep bir numaradırlar. Fakat at gözlükleri işte...
Yeni şarkımı buldum. Baya baya iyi. Model - Şey belki..
Şimdi İntikam Vakti !!!



4 Temmuz 2012 Çarşamba

İntikam vakti

Bazı insanların içinden genç yaşta bir Nietzsche çıkabiliyor. Olgunluk kelimesi biraz boktan orası açık. Neyi ifade ediyor ki? İşte bu adamlar bu kelimeyi tüm yönüyle anlatabiliyor. Konuşmalarına gerek yok. Yalnız kalan insanlar başı çekiyor. Aslında insanın kendine zaman ayırması lazım. Hiçbir şeyi düşünmeden kendini düşünmeli. Biraz bencillik gibi ama değil. İşte bu adamların kendilerine ayıracak vakitleri var. Diğer insanlar gibi değiller. Etrafındakiler onlara bu şansı vermiş. Yalnız bırakılmışlar. Düşünürüz ya yalnız kalmak istemeyiz hiçbirimiz. Çevremizde hep birilerinin olamasını isteriz. Daha doğrusu istersiniz. Yalnızlık zor zanaat sonuçta. Ona alışmakta zor. Tadını bi kere aldın mı bırakamıyorsun. Bağımlılık had safhada..
Şimdi bazı dangalaklar var. Sanki hayata direk 18-20 yaşından başlamışlar. Öyle konuşuyorlar yani. Hiç çocuk olmamışlar. Ergenliği yaşamamışlar. Sivilcelerini patlatmamışlar ya da birileri onlara patlatmamış. Kompleksli ipneler.
Neyi nasıl yapacağımızın kararını biz vermeyeceksek kim verecek? İlk aklıma bu geldi şu an. Bugün kandil lan. Eski sevgililerinize mesaj falan atın. Belki iyi gelebilir. Size kalmış.
Küfür insana yakışmıyor. Yalan yalan küfür doğanın bi gerçeği. Samimiyet göstergesi. Nasıl alt yazılı filmlerde 'kahretsin' yazınca hiç samimi gelmiyor. İşte öyle. Olabildiğince küfür edin. En çokta kendinize..
Hayatınızda bir insan belirlersiniz. Ona göre hareket etmek istersiniz. Programlanmış bi robot gibi. O insan ne yaparsa yapsın hiç umurunuzda bile olmaz. Robotsunuz çünkü lan! Hani sizin kalbiniz? Sembolik kalp. Bağırsak, ciğer olmaz mı? Gün geliyor paslanıyorsunuz, her yeriniz gıcırdamaya başlıyor. Kol, bacak, kafa derken ne kaldı zaten lan geriye. İşte günün birinde sesinizi çıkartmadığınız için bu duruma düşersiniz, düşmeyedebilirsiniz. Her şey sizin elinizde. Viraj hızlı girip uçuruma uçmaktansa, yavaş gidip o virajı rahatça almak var. İntikam almak güzeldir. Denemedim ama deneyeceğim. Zevkli ve bir o kadarda zorlu bir süreç. Sabır gerektiriyor sonuçta..
Hep gece yazıyordum, biraz erken oldu. Zaman zaman her şeyimizi gururumuz yüzünden kaybederiz. Ama intikam alacaksak başlarım gururuna...
İNTİKAM VAKTİ...
Gelelim şarkı seçimimize. Yakınlarda festival var. Pardon yarınmış. Tarkan desek 'boyu da kısaymış, uzun demedik ki' derler. Ama herif on numara. Yaptımı tam yapıyor. Küçüklüğümüzden beri seviyoruz sonuçta. Hoppa 'Biri sen biri ben iki damla yaş aktı gözlerimden'...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Klasör vakası üzerine

Bir klasör vakası daha. Hep bu saatlerde hiç ummadık bir klasörden birkaç jpeg gözükür. Güzel miyim? Ben senin miyim? Ben sana ne yaptım? Neden böyle oldu? Çekiciyim hadi itiraf et. Elbette milyonlarca soru üretebiliriz. Fotoğraflarda kişiler hep bize bakar. Ne garip değil mi. Sadece fotoğrafta...
Bir zamanlar köpek gibi umursadığınız kişiler gün gelediğinde umurunuzda bile olmayacak. Sadece dış görünüşünüz bunu aktaracak. Sadece rol yapacaksınız, rol çalacaksınız. Kimsenin hayal dünyamızı kurcalamasına gerek yok. Hayal dünyası demeyelim buna, bizim içimizi bilmesine imkan yok. 'İçimiz' nasıl bi kelimedir halbuki..
Ağlamak göz pınarlarının kurumasını önlüyormuş. Ya da öyle bir şeydi işte. Havuzda, denizde gözleri açmakta. Deniz suyunun gözleri yaktığı gibi, bizim kalbimizi kim yaktı? Neden kalbimiz? Böbreğimiz, dalağımız olmuyor mu? Ne kadar sembolik bir şeydir bu.
Atölye eğitmenimiz bugün ' Yaşın daha genç, bu şiirde anlatılanları yaşayamazsın ki' gibisinden bir şeyler söyledi. Çıkartıp koyacaktım masaya. Şimendifer... Genciz diye, küçüğüz diye hiçbir şey yaşayamayacak mıyız lan biz. He? Söyleyin bana. Yok fakir edebiyatı tutmuyor otur sıfır..
Sonuçlarını bildiğimiz şeyleri neden bile bile yaparız. Ne kadar salağız. Ama nasıl zevk verir değil mi? Müthiş bir haz alırsınız..
'Herkesin bi can dostu olsun' diye kampanya başlatacağım. Çok isterim. Yok mu sanıyorsunuz? Var tabi ki. Hee nah var. Oluşum sürecinde şu anlık. Harbi bi kız arkadaşınız olsun. Sadece arkadaş. Fakat sevişmeyin. Ya da hiç fark etmez, hepsinin tadına bakın. Şimdi tabi duygular farklı bölgelerde dolaşmaya başlayabilir bi süre. Fakat açlık geçtiğinde, sakinlik başladığında kedi gibi olur(uz).
Akşamki yazıda paylaştığım şiiri bugün atölye çalışmalarında okudum. Sesim falan titredi. Etkiliyor böyle şeyler. Nedense sırtım diken diken oluyor. Garip...
Bu şarkı her şeyi tam anlamıyla özetlemese bile anlattığı bir şeyler mutlaka vardır. Bizim ne aldığımıza bağlı. Yalnızım ben çok yalnızım... Ahh Nil Burak ahh..

29 Haziran 2012 Cuma

Rol

Şu bir hafta içinde görmediğim, yaşamadığım şeyleri vefasız bir annenin bebeğini cami avlusuna bıraktığında şahit olduğum gibi.. Kimseye güvenmeyeceksin, güvenmemelisin. Evet aptalsındır bunu yaptığında. Çok yakın sandığın arkadaşın bile gün gelir hiç beklemediğin bir tokat atar geçmişine. Senin yaşayamadığın geçmişini büyük bir zevk ile yaşar. Hemde senden habersiz. Çektiğin acılara habersiz yenilerini ekler. Gün gelir hepsi yüzüne vurulur. Faiz yemişsindir hayattan...
Sadece tanım olarak ihanet? düşkünlüktür, değersizleşmedir.Kişinin kendi öz saygısını zedelemesidir. Hayat tercihlerle sürer.
İhanet edene anlayış gösteren kendi öz saygısını, okyanuslardaki gemisini fırtınalara açmış olur. Şans ya karayı bulur ya batar...

Gözünün içine baka baka hala aynı karakteri canlandırmak, insanın değirmenlerle olan amaçsız, sonuçsuz savaşının göstergesi. Rol yapmak gayet önemli evet. Kendimiz gibi olunca kimse ekmek vermiyor..
Son günlerde defalarca kez dinlediğim bir şiir var. Selçuk Yöntem'in sesinden. Ne diyor 'sevmek neymiş bir gün anlarsın'. Çok kalp kırıcı, yaralayıcı. Yaşanmışlık gerekiyormuş gibi olur şiirlerde hani. Öyle değil. Sadece kulak ver. Ne diyorum ben ya...
İşler Güçler dizisi bomba olmuş. Behzat Ç. ve L&M'den sonra izlenesi bir dizi daha var artık..



21 Haziran 2012 Perşembe

Gelecekten bugüne nah geçer bu silsile (Ölüm)

Gününüz ne kadar iyi geçse de akşamına ne yaşayacağınızdan haberiniz yoktur. Amk sanki ilkokul çocuğuna anlatıyorum ya ne oluyorsa bana. Hayalleri, umutları olan insanlarız. Ve bunları gerçekleştirmek adına çabalarımız söz konusu. Bu yola bizimle beraber olanlarla çıktık. Fakat gördük ki yavaş yavaş eksilmeye başladılar. Jurassic Park gibi her gün biri eksiliyor. Size inandığını düşündüğünüz insanların gün gelince inanmadığını anladığınızda, evet üzülüyor musunuz? hayır hiç sanmıyorum. Bunca zaman onlara güvendiğiniz için üzülüyorsunuz. Sadece bunun için. Bize biz yeteriz...
Bir şeyleri terk edip gitmek pek kolay değil aslında. Başka bir hayat, yeni sorumluluklar. Terk etmek? Ölmek bile olabilir. O da terk etmek. En iyi yollardan biri. Hayattayken yanıldığınız şeyleri anlamanın en iyi yolu ölmek. Ama geri dönüşü yok. Geride bıraktıklarınız, evet üzülecekler fakat hayat öyle bir tokat atacak ki onlara yaşarken ölecekler. Ve bir kezde sizinle ölmek isteyecekler. Ölmek mi? Daha çok genciz. Ama kim biliyor ki ne zaman öleceğimizi...
Bazı insanlar küçükken yaptıkları her şeyi, gelecek nesle aktarma çabasında. Hayatlarını nasıl şekillendirmişseler, bizleri de aynı kalıbın içine sokma çabasındalar. Ee.. peki biz o kalıba ait olmak istemiyorsak? zorla mı? evet! bazı şeyler zorla olmak zorunda gibi görünüyor. Hayır hayır böyle bir şey olmaz. Zorbalık gibi bir şey. Biz özgür değil miyiz? Siz kim oluyorsunuz lan! İnanmayan, inanıyor gibi davranan insanlar topluluğu...
Dikkat ettiyseniz şimdinin zenginleri okumamış kişilerden oluşuyor. Evet bunda utanılacak, küçümseyecek hiçbir şey yok. Evet onlar bunu hak etti. Hiçbir şekilde hor göremeyiz. Hangimiz zengin olmak istemez ki bu hayatta? mesela ben. Gerek yok diye düşünüyorum. İhtiyaçlarımı karşılayabileyim yeterli. Ailelerimiz ilerde doktor, mühendis olmamızı isterler. Peki onlar ne olmuş bu hayatta? Olamamış olabilirler. Zenginde olmayabilirler. Ama insanlar. Gerçek insanlar...
Şimdiye kadar hiçbir düşüncemi derinlemesine dile gitirmemeye çalıştım. Başarılı da oldum. Ama düşünüyorumda yanlış yoldayım. Kimsenin kalbini kırmamak, onları kaybetmemek adına hiç ağzımı bile açmadım. Böyle olduğum içinde kaybeden oldum. Göründüğümüz gibi değiliz. İçimizde kim bilir ne fırtınalar kopuyor. Ama hiçbir zaman birkaç yağmur damlasından fazla olay yaratmıyor. Sessiz... 
Bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Birkaç insan eksilecek. Ben bile eksilebilirim bu hayattan kim bilir.. Yaşamak ölmekten daha fazla cesaret ister demişti Afet hoca... Peki yaşarken ölmek?
Çok ölümden bahsettik sanırsam. Bu akşamki parçamız şekillendi. Tabi ki Hayko Cepkin...

20 Haziran 2012 Çarşamba

Saç ma lık lar Sil si le si

12 Haziran'da Game Over demişim. Şimdi fark ettim ki erkenmiş. Asıl oyun şimdi bitmiş...
... eve göndüm. Biraz 'çıplak' davul çaldıktan sonra misafir geldi. Duştan sonra bi arkadaşımla buluştum. Evet son zamanlarda iyi anlıyor beni. Bugün sandalyeden düştü. Herkesin ortasında rezil oldu. Burger'da çalışan çocuğa da. Arka masadan cool bir şekilde oturan çocuğun masasına peçete bırakmasını söyledim. 'Yapamam' dedi. Evet, yaparsın dedim. Cesaretlendirdim. Ve yaptı.. O günden sonra bir hedefi oldu. Her gün aynı AVM'ne gidip bir şeyler yiyor. Bugün menüsü cool çocuktandı. Yapamam diye bir şey yok. Örneklerinden biri. Zaman zaman beni de cesaretlendirecek birileri olsa diyorum. Oluyor da, fakat içimdeki sese engel olamıyorum. Biraz daha çalışmam lazım...
Atölyenin ikinci günüydü. Evet ilk güne nazaran bir daha iyiydi. Teknik konulara geçtik. İlerleyen zamanlar dahada zevkli olacağa benziyor. Senaryo çalışmalarına başlamamız istendi. Ne yazacağımı biliyorum sanki. Yalnızlık...
Evet geçen yazıların birkaçında olduğu gibi bu yazımızda biraz saçmalamış olabilirim. Sandalyeden düşen arkadaş 'bir kişiye takılı kalmaktansa, bir gün onunla diğer gün şununla ol'. Haklı be abi. Bu zamana kadar aman kimse üzülmesin, aman zarar vermeyeyim, aman acıtmayayım masum gibi görünen kalbini.. Hep kendimizi bitirdik. Hep cepten yedik. Şimdi borç alma zamanı. Üzgünüm kızlar :)
Ayrıldıktan sonra genelde kız tarafı sizi kötülemeye başlar. İlişki sürecinde melek gibi bir adamı, pisliğin teki yapar. Kadınlar hiçbir zaman kaldıramıyor ki ayrılığı. Ve devreye bir kadını ağlatmak giriyor. Ağladıkça daha çok üstünüze saldırıyorlar. Biri onları kamçılıyor sanki. Sizinle geçirdiği onca zaman püff.. En kötüsü siz bir şey diyemiyorsunuz. O kadar iyi niyetlisiniz ki susmaktan başka bir şey yapamıyorsunuz. Bundan önceki yazımızda ne demiştik. Soğutarak terk edilmeyi beklemek her babayiğidin yapabileceği bir şey değil. Tüm iyi niyetinizle yaptığınız bu iş, sizi dünyanın en kötü varlığı konumuna çekiyor...
Önümüzdeki hafta hayatımıza kimlerin gireceğini belirleyeceğiz. Temelli ya da kiracı. Ama çelişki olmasın diye kiracı diyorum şu anlık.
Denizleri aşta gel diyeydim akşam akşam. Kiracının şerefine çal bre emlakçı. Haydeee...
Saçmalıklarla dolu bir yazı daha son buldu. Yaşar diyelim.
Kumralım..

18 Haziran 2012 Pazartesi

17 Haziran ∞

Nerede ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bir anda bütün düşünceleriniz değişiyor. Baya normal giden hayatınız o andan sonra karma karışık oluyor. Ne kadar 'hayır' derseniz deyin kendinize yalan söylemekten başka bir şey yapmıyorsunuz. Ne zaman doğruyu söyleyebildik kendimize? Doğru olanı yapıp mutsuz olmak? Yanlış olanı yapıp mutlu olmak?..
Ayrılık sahnelerini kim sever ki? Hani filmlerde iyi gider ama gerçekte? Erkeğin ayrılalım demesi kadına koyar, kadının ki erkeğe. Soğutma yöntemini uygulayan kazanır. Fakat karşı taraf gerçekten nefret ettiğini düşünür. Öyle değildir aslında. Terk edip, büyük bir yara açacağına, soğutup terk ettirmek her babayiğidin yapabileceği bir şey değildir. Üzülmemesini isteyen insanlar böyledir. O yumuşak kalbi sevgisini korusun diye katılaşır, katılaşır, katılaşır..
Birlikte hayaller kurduğunuz insanlar gün gelir o hayalleri, sizin piç ettiğinizi söyler.. yıkılırsınız. İşte o insanların kalbi de katılaşmıştır. Ya da siz öyle görürsünüz. Görmek mi? O hayaller gün geçtikçe yerini farklı hayallere bırakmıştır. Artık hayallerin ne kahramanı, ne de kendileri yoklardır. Yerlerini başkaları almıştır. Geri gelmeleri mümkün müdür? Tabi ki. Neden olmasın. İmkansızı denemek için cesaretiniz varsa neden olmasın..
İkinci bir şans verilen kişiye üçüncü şansı vermek aptallık mıdır? Ya da her kişiye eşit davranmak gerekli midir? İşte üçüncü şanslar her zaman kafamıza sıçan kişilere verilir. Neden? Bir değer ifade ettikleri için mi? Sadece kafamıza sıçtıkları için. Başka hiçbir nedeni yoktur..
Aylardan beri paylaşmayı düşündüğüm parçanın sanırsam zamanı geldi. İlginçtir ki bugüne denk gelmesi. Nasıl oldu da bugüne denk geldi acaba. Pardon bugün diyorum saat 12'yi geçmiş bile. Dün demeliyim. Erhan Güleryüz ne yaşamış hayatında merak ediyorum. Bu adama bunları yazdıran kadını merak ediyorum. İşte Erhan abimizin kafasına sıçan ve bu parçaları yapmasına yardımcı olan kadını merak ediyorum. Hani kadınlar melekti lan? Vay beee...
Ayna - Doğum Günü

15 Haziran 2012 Cuma

Ne aramıştın?

Hacı, ülkemizde Gülben Ergen'in selülitleri bile gündem yaratıyor. Eleştiriler, yorumlar, polemikler. Tabi sizde haklısınız o işten ekmek yiyorsunuz. Son aldığım bi duyuma göre 'hacı' kelimesi p.venk  demekmiş. Akşam akşam çarpılmayalım. Ben demedim, o dedi.
Bugün fark ettim ki, sık sık aynı şeyi yapıyorum. AVM'ye girip iki, üç turladıktan sonra RedBull'umu açıp etrafı seyrediyorum. Ya da parti şapkası kadar büyük IceTea içiyorum. Monotonluk bu olsa gerek. Eski bir dosta rastladım dırıdırıdım yaralarımı deşti.. demek isterdim ama, yok yok deşmedi. Aksine sevindim onu gördüğüme. Kilo almış biraz. Minnak büyümüş.
Hayat acılarla dolu birader. Yalan, yanlış hep acı. Tatlı yanları var, yok mu? Ama genelde acı. Acıları yaşadığımız zaman güçlü olmuyor muyuz zaten? Daha sıkı sarılıyoruz her şeye. Çerez tabağındaki nohutların bile kıymeti bilmeye başlıyoruz. Şu salak kafamız yüzünden ne oluyorsa oluyor. Her zaman zoru seçeriz. Bizi darmadağın edeni, köpek gibi süründüreni görürüz. Hiç görmeyiz bizim için çerez tabağında sadece nohutları yiyen kişileri. Hep fıstıkları, kajuları ayıklayanı seçiyoruz. Hata aramak gerekiyorsa evet, geri zekalıyız..
Pazartesi gibiyim, kimse beni sevmiyor. Hayatımızın bazı zamanlarında hep bunu düşünmez miyiz? Kimse beni sevmiyor. Bizi neden kimse sevmiyor? Bizde mi bir şey var? Ya da her yönüyle kıskanılan insanlardan mıyız? İnsanlar beceremedikleri şeyleri hep kınarlar, kıskanırlar. Ama gün geliyor siz onları beceriyorsunuz. Sorun yaratmayın...
Tek sayıları hiç sevmemişimdir. Aslında çok şey var sevmediğim. Kavgalar ve savaşlar dışında.. diyerek Soner Arıca ile devam etmek isterdim. Neyse, yüksek sesle bir şey anlatmaya çalışanlar, kısık sesle dudaklarını pıtpıtpıt yaparak bir şey okuyanlar(en çok bu), metrodaki yaşlı amcanın koltuk altı, ağzını şapırdatarak bir şey yiyen insanlar.. Hepsinin ağızlarına fırıncı küreği ile vurasım var...
Hepimiz kendimize bir yol çizmek için varız. Peki bu yolu yönlendirmek isteyenlere ne demeli? Sen zamanında o yolu izlemiş olabilirsin. Çamurlu patika bir yoldan ilerleyip, asfalt zemine çıkmış olabilirsin. Fakat devir asfalt yol devri. Hatta ve hatta yolda kalan arabayı vurdurmak görevlerinden biri. O yolda kalsın, şu yolda kalsın eee. Peki hepsi çamurlu yola mı yönelsin? İstekleri doğrultusunda hareket etsin bırak. Sadece saygı duy ve destek çık. Hayalleri ile yaşayan insanlar var. Elbet bir gün gerçekleştiriyorlar. Tüm zorluklara rağmen...
Geldik bu gecenin parçasına. Hoş bir gündü. Hayaller ve ümitlerle dolu. Biraz boşa çıksa da. Gecenin bu vakti hareketli bir şey paylaşılmaz ama elimizde bu kaldı. Hokkabaz(Neyse)...

14 Haziran 2012 Perşembe

Kelime anlamı bilinmeyen kelime

Hayat sokaklarda gerçekten. Gündüz değil tabi. Bu sıcakta deli mi dürter insanı kim bilir. Gerçekten kelimesininde gereksiz olduğunu fark ettim. Yalnızlık diye kelime anlamı bilinmeyen kelimelerden birini yaşar gibi hayat geçer mi lan? Tamam cümleden bir şey anlayan yok benim gibi. Herkesin yeteri kadar arkadaşı, dostu, düşmanı vardır. Düşe kalka yaşarlar. Biz neden hep düşüyoruz. Yok yok hiç kalkamıyoruz demeliydim. Yalnızlık sigarayı ilk yaktığımızda gelen kokudur, soğuk suyun ilk yudumudur, ilk öpücüktür, ilk aşktır, çerez tabağında kalan nohutlardır, çay bardağının dibindeki çöplerdir, televizyonun kapatma tuşudur, ayakkabı bağcıklarıdır, bilinmeyen bir klasörden çıkan fotoğraftır, telefon şarjının hiç bitmemesidir... Kısacası yoktur aslında. Her birey farklı. İhtiyaçları farklı. Geveze bir röportajında şöyle demişti; 'Çocukken ve gençken arkadaşlarım benimle olmayı pek sevmezdi, popüler değildim. Radyoda bu kadar çok konuşma, kendini ifade etme güdüsü belki o dönemlerden kalmıştır.' Haklıydı aslında. Ve sadece bunu kendi için söylememişti. Yalnız gibi hissetmek. Ulan olmasan bile hissetmek sadece. Yalnızlığa uyarlarsak, Kemal Sunal bir filminde cama ekmek banıyordu. İşte Sunal'ın yerinde şimdi ben varım.
Kaybetmek istemediğimiz şeyler.. Kaybederken kazanmak fakat, isteğinle tekrar kaybetmek. Kaybedince sadece bir boşluk olacak. Dolmayacak bir boşluk mu? Cevap vermeyeceğim. Kendi kendime sorular soruyorum. Tanıdığınız bi psikolog var mı? 
Hayat ne zaman adil davrandı. Sen neden konuşmuyorsun? diye sorulduğunda 'çok konuştum, bi faydasını görmedim. zaten sonrada bıraktım' diyesim var. Film repliği falandı galiba bu. Kim olsa dibi düşer. O dip nereye düşer? hep merak etmişimdir. Benim nasıl dünyaya geldiğimi, portakaldaki vitamini, Daha çok şey var merak ettiğim. Yalnızlar ve yalnızlığa mahkum olan insanların hayatı gibi. Yaşarken ölen insanların hayatı gibi..
Peder ve valide kavramları. Sevimli gibi gözüküyorlar. Hepte kullanıyorum. Belki karşı cins bundan uzaklaşıyor. Kim bilir. Gelen kutuma baktım, hiç kimsecikler yok. Giden kutumda ise sıra bekleyenler var. Değer bilinir mi? Değer nedir aslında. Kim değer bildi bu zaman kadar? Yırtalım kendimiz sonra elimize alalım oynayalım değil mi? Evet evet, günden güne ders alıyoruz. Hemde ücretsiz. Var mı daha beleşi? Yok. Gurur denilen şey çok pis. Her şeyi onun uğruna kaybedebiliyoruz. Kaybetmek mi? Sıradaki...
Herhalde yukarıdaki satırları özetleyebilecek bir şarkı bulmak şarttı. Hakan Hepcan güzel yazmış. En yalnız haliyle yazmış. İlaç gibi gelsin o zaman? Damar konuşmaları falan ıyy çok ters. Kuma - Yalnızım yine...







12 Haziran 2012 Salı

Game Over 02:43

İhmal ettik burayı. İş, güç, koşturmaca. Ne işe yararım ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Virgül pek kullanmam. Söylemiş miydim? 10 gün sonra yazıyorum. Gece 2 suları. Evet yazmamın en büyük nedeni. Gece yarısı olması.
Hayatı ne geri sarabiliyorsun ne de geri. İleri sarmayı boşver. Yaşayarak öğrenmek varken. Sar bakalım geri sarabiliyorsan. Bazı anları tekrar yaşayabilmek için, pişmanlık anlarını telafi edebilmek için, ağzınızdan dökülen birkaç kelimelik cümleyi tekrar kurmak için ya da tamamıyla silmek için. Ne anı geri getirebilirsin, ne gidenleri, ne kalanları. Aslına böyle bir imkanımız olsaydı mücadele etmeyi bilmezdik. Geri kazanmak için çabalamayı öğrenemezdik. En önemlisi acı çekmenin ne olduğunu bilemezdik.
İnsanları yanlış anlayabiliriz. Hangimizin düşündüğü bir oldu ki? Adı üstünde yanlış anlamak. Hani bunu nasıl açıklarız bilmiyorum. Karşındakinin tüm iyi niyeti bir anda kurduğu birkaç kelimelik cümle, senin zihninde kötü düşünceler uyandırabiliyor. Ya sen buna programlısın ya da gerçekten aptalsın. İyi niyeti kötü yormak. Ya da bunun olması için bahaneler bulmak, zemin hazırlamak. Yorumsuz.
Şu kelimeler yetersiz kalıyor dedikleri an doğruymuş meğersem. Hep merak ederdim, var mı öyle bir an diye. Gerçekten varmış. O an kelimelerden çok vücudun, mimiklerin konuştuğu bir an. Peki ya yanında değilse? Telefondan konuşmak? Haydi! Ne yapabilirsin. Elinden ne gelir. Şansın yüzde kaçtır?
İnsanlar hiç görmedi beni bu zamana kadar. Benimde onları görmediklerimi zannettiler. Fakat hep gördüm. Her şeye şahit oldum. Duygular büyüttüm. Umutlandım, heveslendirildim. Hiçbir zaman heveslendirmedim. Karşımdakini hep dinledim. Suçlu olsa dahi. Kendimi  dinlettirmeye de çalıştım, fakat. Neyse boş şeyler bunlar.
Aşk, sevgi bunlar kendi arasında bir konu. Bağlanmak? Çok çok farklı bir konu.
Haydi söyleyin bana geceleri uykunuzu kaçıran kim olacak hayatınızda, yemek yemeği unutturabilecek, beton yığınları arasında çiçek açtıracak, hayata pozitif bağlanmanızı sağlayacak kim olacak söyleyin? Var mı öyle biri? Varsa kıymet biliyor muyuz? Bilin işte, bilmezseniz salaksınız. Hepimizin bilmediği gibi.
Kendi mezarını kendisi hazırlamak. Dal koptu, düşüş gerçekleşiyor. Haziran ayı hiç iyi gelmiyor. Lanetli gibi. Her sene aynı günler ya gelen kutusu doluyor ya da giden kutusu boşalıyor. Anlamadım bu döngüyü. 
Eksik bir şey mi var?

2 Haziran 2012 Cumartesi

Kocaman bir hayat ve kocaman hayallerin içinde

Kocaman bir hayat ve kocaman hayallerin içinde, kıyıya vurmuş ufak bir balık gibi çırpınıyorum. Suya ulaşmak imkansız gibi görünüyor. Kumların ıslaklığıyla hayatta kalabilmek için çabalıyorum. Hani büyük balık küçük balığı yutar derler, peki ne zaman küçüldüm. Büyük balıkken neden küçük balık oldum anlamış değilim. Dalgalarda çok sert vuruyor bu arada, canım çok yanıyor. Dalgaların gelişiyle suya dönmek için ümitleniyorum ama umutsuz vaka. Yavaş yavaş kurumaya başlıyor bedenim. Güneş ışınlarını bana gönderirken. Gözlerim tam kapanırken tekrar açılıyor. Kendimi bir kavanozun içinde buluyorum. Su sıcakcık.. Terlemeye başlıyorum hafif hafif. Bu kavanoz yaşanacak gibi değil. Kapağının açılması için çırpınıyorum içinde. Bunaldım ve sıkıldım. Ne kapağını kendim açabilirim, ne de kavanozu kırabilirim tek başıma. Umutsuz bakışlarla bakıyorum çevredeki insanlara. Hepsinin yüzü gülüyor, hepsi çok mutlu. Evet, sadece ben mutlu değilim. Bu lanet yerde mutlu değilim. Sonra gözüm ilişiyor ufak kız çocuğunun asık ve mutsuz yüzüne. İçimden beni ancak sen kurtarabilirsin diyorum sanki konuşabiliyormuş gibi. Bir anda göz göze geliyoruz. Uzunca bir süre bakıyor bana gözünü ayırmadan. Yanıma doğru ilerliyor. Kavanozdan beni çıkarıp, akvaryumun içine koydu. Akvaryumu taşlarla, bitkilerle donattı. Artık ona minnettardım. Onun yüzündeki mutluluğu da görmenizi isterdim. Beni, o sıkıcı, bunaltıcı, ölüme itekleyici kavanozdan çıkarmıştı. Haziran ayları idi yanılmıyorsam. Kavanozdan çıktığım gün takvimde Haziran yazıyordu. Gününü pek hatırlamıyorum ama ortalarıydı galiba. O ufak kız çocuğuyla o kadar güzel 14 gün geçirdim ki, Kıyıya vurduğum günleri, kavanoza tıkılı kaldığım zamanları çok çabuk unutuverdim. Ne olduysa o güzel günlerden sonra oldu. Evet, o kız çocuğu. Benim hayatımın en önemlisiydi. Öyle de olması gerekiyordu siz ne dersiniz doğru değil mi? Benimle vakit geçirmekten sıkılmış olacak ki, beni deniz kıyısına götürdü. Hiç düşünmemiştim böyle olacağını, hayal bile edemezdim bu kadar güzel yaşanmış şeylerin ardından. Akvaryumu gözlerine doğru yaklaştırdı ve yüzüme baktı. O da çok üzgündü fark etmiştim. Ama ne bileyim çaresizlik mi desem, mecburiyetten mi yoksa gerçekten benden sıkılmış mıydı? Beni denize salmasını beklerken akvaryumdaki suyu yavaşça boşalttı ve beni ıslak kumların üstüne akvaryumda fırlattı. Ardına da bakmadı. Akvaryumda çırpınırken, önceleri canımı acıtan o hırçın dalgalar beni akvaryumun içinden alıp denize çekti. Artık özgürdüm, ufacık akvaryuma tıkışmayacaktım. Doğduğum, büyüdüğüm yere geri dönmüştüm. İtiraf etmeliyim ki, denizi akvaryuma tercih ediyorum. Tamam deniz büyük ucu bucağı yok, fakat denizde sevgi yok ki. Peki ya akvaryum öyle mi? Daracık, ufacık, sıkıntılı, ama dışındaki sevgi dolu. Umarım kendimi çabuk toparlarım uçsuz bucaksız büyük hayatta. Aslında iyi oldu ya bir yana. Başta beni denize salması, her şeyi anlatıyordu. Bana değer veriyordu. Sonuçta ben bir balığım. Mutlaka bir gün öleceğim. Öleceğimi bildiği için, kaybetmek istemediği için, kaybettiğinde daha çok acı çekeceği için beni baştan denize bıraktı. Mutluyum sanki birazda buruk.. Büyük balıklara yem olmadan...

                                                                                                                    

Düşünce mekanizması, günlük raporu

Muz kabuğum yanımda, daha çöpe atmadım. Sandalyeden düştüm düşeceğim. Fonda gereksiz bir müzik. Öleceğim, öleceğim diye anırıyor. Kendinizi değersiz ve mutsuz mu hissediyorsunuz? Daha önce yaptıklarınızdan zevk alamıyor musunuz? O zaman tam size göre bir şey var bizde !! Depresyon... reklam metni gibi olacaktı neyse...
Şiir yazmak ister miyim, sanırım güzel olabilir. Denemişliğim yoktu sanırsam. Yok yok vardı. İlkokulda bir kıza yazmıştım ve bütün ilgi duyduğum hatunlara o şiir ile yanaşmıştım. Ne günlerdi be. Konudan haberimiz bile yoktu. Her şey laylaylom geçecekmiş gibi gelirdi. Belkide sadece kız arkadaşım var demek için böyle şeyler yaptık? Yaptık diyorum ama, kız arkadaşım var demek için böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. Bu arada oda karanlık, tuşlar gözükmüyor bile, bakmadan yazabildiğimin farkına vardım, ilginç. Yanlışlıkla virgüle mi basıyorum ne. Ne diyorduk, evet böyle bir şey yapmam. Ne gerek yavrum? Hayalleriyle oynamak bir genç kızın...
Kalbim çok temiz galiba. Yahut ben öyle zannediyorum. Günlük hayatta yaptığım yorumların hepsi birer birer gerçekleşiyor. Şaşırıyor çevremdekiler tabi ki. Bu dönemlerde en istesem yukarıdan olacak galiba. Denedim, denemedim mi sanıyorsunuz. Ama sonuç alamadım daha. Beklemek gerek..
Bir kişiye bağlı yaşayamayız. Mümkün değil. Sizce? Şu deli gibi aşk yaşayanları merak ediyorum. Kobay fareler sanki. Aşkta böyle bir şey. Verdin mi serotonini istediğini yaptırırsın. Aşk hormonu diye araştırınca, öyle bir şey daha bulunamamış. Hangi akıllı araştırır böyle bir şeyi. Sokağa çıksam binlerce ergen bulurum araştırabilecek. Hepside kendini aşık zannediyor bu durum çok koyuyor. Son olarak aşkım ve sevgilim kelimeleri. İtici şeyler...
İnsanlar çevresindeki insanları çok sonra fark ediyorlar. Dikkatsizlik ve hissizlik had safhada. Gözler önemlidir değil mi. Hormon sistemlerinde sorun mu var? Serotonin salgılanmaz mı herkes için?..
Herkes iç güzellikten bahsetse de, hep dış güzelliğe bakılıyor be yavrucuğum. Hatunlar ne kadar odun olursa olsun yontmayı seviyorlar demek ki. Neden bu konulardan bahsediyorum, ne yapıyorum, şu an ne durumdayım, çıplak mıyım, üzerimde krema mı var kim bilir..
Bugün stüdyoya gittik. Hiç olmadığı kadar iyi çaldık. Fena değildik. Ve geldim bi posta daha bam bam bam. Bagetlerim kırılma aşamasında. Dünden beri bir şarkıyla daha takışmış durumdayız. Şöyle diyor; 
Durun lütfen, müsait bir yerde öleceğim,
Hayat memnun etmedi, iade edeceğim,
Durun lütfen, müsait bir yerde öleceğim,
Dünya dönecek gene, ben görmeyeceğim.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Paylaşmak

Enteresan bir gün sanki. Bilmiyorum bana öyle geliyor. Yine siyah tişört ile geçti. Ve yeşil ayakkabılar. Alışılmış kırmızının dışında yeşiller. İnsanlar dikkatsiz. Ya da akılları geç çalışıyor olabilir. O sırada başka bir şey düşünüyor da olabilirler. Bazı şeyler fark edilmez. Gizemlilik budur aslında. Düşündürmek, merak uyandırmak önemlidir. Dondurma yiyorum fakat sevmiyorum. İnsanlarla konuşuyor ya da yakın olmam onları sevmem anlamına da gelmez. Herkesi sevebilecek bir potansiyelim yok. Pollyanna gibi her vakit iyide düşünemem. Atomu parçalayabileceğimi de söyleyemem. Şunu söyleyebilirim ki hiçbir şeyi söyleyemem. Söyleyebilmem için bir şeyleri gerçekleştirmem lazım.(felsefe yapmak istiyorum başarılı değil fark ettim) Kısacası insan olmak. Yeteri kadar beslenmek, almak her şeyden. Sevginin bile fazlası zarar. Almaktan ve vermekten sıkıldığımız şeyler arasında sevgi. Sürekli aynı yemeği yemek gibidir sevgi görmek, göstermek. Hep bekleriz sevgi görmek için. Bazen belki bazen görürüz. Yalanlarla, dolanlarla karışık. Sade iyidir her zaman. Hep karışık çıkar karşımıza. Ya da bu devirde öyle. Hep karışık geldi önümüze. Alışveriş denen bir şey var. Hep alış hep veriş olmaz hiçbir zaman. Her şey karşılıklı yapılır. Gerekende budur. Kendi kendimize sevgi göstermek, çölde nilüfer yetiştirmek gibi bir şeydir. İmkansızdır. Kendiyle barışık olsun bir insan. Kilosu, sivilcesi, yapışık kulak memesi ne fark eder. Aslında hepimizde bir potansiyel var. Yapabileceklerimiz sınırlı değil. Bunları gün yüzüne çıkarmak sadece bizim istememizle olmuyor. Başkalarının destekleriyle, onlarında istemesiyle olacak bir şey. Biri mutlu olmak istiyorsa sizi mutlu etmeli ve aynı şekilde siz. Bazı kişiler vardır. Kış aylarındaki yıldızlar kadar uzaklardır bizlere. Çok yakınlardır bir kol mesafesinde ama yıldızlar kadar uzak. Ama bir umudunuz vardır. Tüm yaşanacak olumsuzluklara rağmen bir hedef belirlemişinizdir kendinize. Çabalarınız sonunda boşa çıksa da, yıldızlara ulaşmak için neler yapabileceğinizi görmüş olursunuz. Tecrübe kazanırsınız. (bugünlerde de taktım bu tecrübe meselesine) Umutsuzluğa kapılmak güçsüzlük göstergesidir aslında. Her şey olacak diye bir kaide yok, olmayabilir. Ne yani olmazsa her şeyden vazmı geçeceğiz? Hayır tabiki de. Nerelerde hatalar yaptık, ne sonuçlar aldık. Ders çıkaracağız. İleride aynı hataları tekrarlamamak için. Küçük hatalar yapmadan büyük hatalar yapmamayı öğrenemeyiz. Hedefi belirle, kilitlen, araştır, anla, analiz et, nişan al, ateş !!!
Adostlar görüşmek üzere. Kendimize hep iyi bakalım. Kendi mutluluğumuz için çabalayalım. Ama unutmayalım herkesin mutlu olmaya hakkı var. Bencil olamayarak sevgi dilimlerimizi paylaşalım. Göreceğiz ki evet mutluluk peşimizi bırakmayacak..
Sadakat ile bitirelim. Alpay abiye selamlar...