Yalnızlık diyordum: hiçbir zaman yolun sonu olmamıştı.
Abartıldığı kadar yeraltındaki bir sığınak değildi. Aşinaydım ben senden önce
de. Çırpınmadım hiç, tutunmak istemedim kimseye. Çünkü biliyordum, dilenmenin
kök salmakla bağlantısı yoktu. Sormazdı kimse ne hissediyorsun diye, basıp
geçerlerdi, alıp giderlerdi istediklerini. Doğru olan demlenmek değil miydi?
Peki neden beceremez insan? Ee gidelim geçmişe yine! Babaya mı soralım, anneye
mi? Hangisinin suçuydu böyle olmasına neden olan? Onları suçlayarak hayatın
anlamını, kendi anlamını çözmeye çalışmak kaybolmakla sonuçlanırdı. Varken de
yok gibiydiler, benim gibiydiler. Haklıydı belki de psikoloji bilimi. Peki ama
savaşın mı bitmişti yoksa ben figüran olduğumu mu anlamıştım?
Günü gelen pişmanlıkların birinde insan soracak kendisine:
neden yalnız kalmayı başaramadım diye. Neden yankılanmadı duvarlarımda
hıçkırıklarım, neden yatağın en ucundaki soğukluğu hissedemedim diye. Daha da
uzatayım mı? Hani aklınıza gelmez, belki bir empati falan? Hiç yoktan sempati? Çünkü
hiç görmedim ben, ani kalkışların başarılı inişlerini. Dedim ya: günü gelen
pişmanlıklar. Düne saygı duyulmayıp yoksayılmış, bugüne çirkin tebessümler
atılmış, yarına ise köksüz güzellemeler salınmış…
Yazdıklarımdan bağımsız söylemek isterim ki bugün bir dönüm
noktası benim için. Eğer bu satırları okuduysanız yüzünüzü aya dönüp, benim
için gülümsemenizi isteyeceğim. Ay burcu yengeç olan bir kadın benim için
gülümsemişti ay dedeye. Beni tanımamakla birlikte, bütün iyi dileklerinizi bir
mahsun gülümsemeyle ay dedeye gönderirseniz beni çok mutlu edebilirsiniz. Çünkü
anladım ki benden başka kimsenin gülümsemeye ihtiyacı kalmamış. Fazlasıyla
varmış, açılmış, saçılmış… Satır aralarının değil, tüm satırların bana ait
olduğunu anlamam daha dün gibiydi. Ama bugün önemini mora çalan bir Sezen Aksu
şarkısıyla yitirdi.
19 Ağustos 2024 Pazartesi
Mora Çalan Yalnızlık
16 Ağustos 2024 Cuma
4'ncü Evre Sonu 5'nci Evre Başı
Kendime kızmayı denemiştim başlarda. İyi gelir diye düşünmüştüm. Bir cevap aramıştım; tüm yanlışların arasında. Bulamayışım ondanmış, bedelmiş, ödenirmiş. Nasıl bir borca bulaştırdın beni tanrım! Nasıl bulandı içim dışım? Bu bulanıklık midemle mi alakalı yoksa beynimle mi? Bu çıkmaz neden?
Bazı sofralara meze olduğum akşamlarda duymaktan asla
sıkılmadığım bir cümle var “ben olsaydım” diye başlayan. Peki siz olsaydınız
nasıl başlardınız? Ben olmak size neden bu kadar uzak? Üstünüzde değilim, göz
gözeyiz hala. Neden siz olsaydınız kafayı tırlatırdınız? Yoksa kader mahkumu mu
olmalıydım? Fırsatta vardı elimde, dilimde, kalbimde… Peki ya beynimde? Çünkü
ben beynimle sevdiğimi öğrendim. Kalbe yapılan klişe göndermelerin hiçbir anlam
ifade etmediğini de kuşluk vaktinin ilk dakikalarında. Korkuyordum gecelerden
ve bir de ayakım üşüyordu. Başında olmasa da sonunda öğrendiğim: güçsüz
değilmişim. Meğersem ben, merhametin uzun soluklu dostuymuşum. Öyle derler ya,
7 yıldan uzun süren arkadaşlarınız artık ailenizdir diye. Siz kusuruma
bakmayın, sallıyorum yine instagram postlarından, acınacak haldeyim. Burası
beni belki sevimli bulursunuz diyeydi. Ha unutmadan, hani öyle derdi; yoksa
iddia mı ederdi? Duyamadım, bir daha söyler misin? Sıra bende mi? Pekala… Dev
aynası değil de boy aynası mı edinmeli? Ahh unutmuşum; yüzünden dolayı
aynalarla olan uzaklığını. Yüzünden mi dedim! Alışkanlık işte…
Ve son demler artık. Sondan bir önceki evrenin
çıkmazındayım. Merak etmeyin geri dönmeyeceğim. Çünkü yürüdüğüm yol kıymetlidir
benim için. Gündelik heveslere değişmedim bugüne kadar. Yapmadım yaptığınızı,
harcamadım bağlarımı, kaçmadım geçmişimden, kaldırmadım havaya doğru burnumu;
bakmadım karşıdaki dağlara, korkmadım geleceğimden, satmadım kahkahalarımı;
etmedim alemlerde meze, saldırmadım görmemiş gibi, yoksaymadım umarsızca,
aramadım yüzsüzce, acıtmadım altını çize çize ve bir de yüreksizce…
Burası bir çıkmaz. Fakat son dönemde çıkmazın derinliklerine
yeni komşular taşındı. Veryansın ettiler tabii ki demedikleri kalmadı. Dönemem
dedim geri. Yardım edeceklerini söylediler; farklı bakış açıları sunarken.
Evlerindeki gizli geçitten bahsettiler. Ama tanımıyorlardı beni, senin aksine.
Tanımadan alamayız seni evimize dediler, yine senin aksine. Tanımaya değecek
insanlardı, seninkilerin aksine. 5'nci evrenin portalıydı onlar,
kıymetliydiler. Dedim ya geri dönemem; kıymetlidir yürüdüğüm yol uğrunda geçmişi
bulanık olsa da. Halbuki biliyorum bir alt sokağın 5'nci evreye açıldığını.
Eğer geri dönecek olursanız, çıkmazın derinliklerine adımlarınızı
yönlendirmeden önce sağınıza solunuza iyice bakın derim. Ahımı düşürdüm bir
yerlerde, derinlerde. Bulursanız onu da yanınızda getirin. Ama korkmadan
yürüyün, merhametimin gölgesi en kral eşlikçiniz olsun, yine senin aksine, yine
sizin aksinize…
Hoş geldin 5'nci evre!
11 Ağustos 2024 Pazar
Derdin Kendimi Bulmaktan Ziyade
Etkisi altındayım yıldızların. Aslında milyonlarca, milyarlarca yoklar. Gördüğüm kadarıyla çoğu sürekli kayma eğiliminde. Hayır, astigmatım olduğunu unutmadım. Birçok şeyi unutmadığım gibi. Sahi, neden unutamadım diye yazmadım? Unutmadım mı unutamadım mı? Çöplük durgun uzun zamandır. Gülümsüyorum çünkü, durgun bir çöplük senaryolara meze olur çoğu zaman; ıssızda geçiyor cinsinden. Plastik bir çocuk bisikleti de var aralarında, solmuş bir çift ciğer de. Hiç çocuk bisikleti kokar mı? Onu da geçtim peki ya hiç plastik kokar mı?
Usulca dolaşıyorum tüm tepeleri. Korkma kalbim özel isim
değil burası, ilk defa mı çöplükte bulundun sen? Labirent vari bir yer burası.
Sizin farklı tasvir etmenize karışmıyorum. Çöplüğüme dokunma! Biraz
sekülercilik oynarken sisteme başkaldıralım. Uzağım sahte hayatlarınızdan.
Kaldı ki mutluyum da. Her neyse ne diyordum? Tüm sokaklarına girilmiş, tüm
tepeleri kuşatılmış… Tamam tamam devam ediyorum.
Yavaş yavaş atıyorum adımlarımı, bazen hiçbir şeyi
kaçırmamak için bazen de kendimi tanıyamadığımdan. Çok mu önemli bu
tanışıklığımız diyorum; cevabını yeni yeni duyuyorum. Çok mu eminsin
duymadığımdan diyorum; aksini bile ima edemiyorum. Eğer bu dünyaya bir edebi
sanat bırakacak olsam bu "tanıyıpta tanımamazlıktan gelme" olurdu.
Durun! İlk önce ben kendimi tanıyacağım. Yoksa size ilk anlamıyla “iyi”
gelemem.
İyi demişken, çöplükte bulamamışım. Sanki oradalar ama yok
gibilerde derinlerde. Sadece bir his. Artık his yumağı da değil. Çünkü artık
hepsi yerli yerinde. Tepelerin derinliklerindeki iyiler toprağa karışmış birer
mikroorganizma gibiler. Görmek imkansız olmasa bile ulaşmak, imkansızdan da
öte. Yine de orada olduklarını bilmek, kim olduğumu hatırlatan cinsten.
Hissedemiyor da olabilirdim. Düşünsene nasıl fena, nasıl boktan…
Zamanı demliyorum artık. Ne zaman bir yudum alabilirim,
bilmiyorum. Dönemin büyük riyakarlarını irdeliyorum. Ne zaman bir haber gelir,
bilmiyorum. Bir gözüm geçmişime odaklanırken, diğer gözüm “gelmişini ne
yapacağız” diyerekten mahsun. Bir de kalp gözüm var tabiki hatırlatan
güzellikleri ve aynı zamanda kötülükleri. İnsanımsı değil insanmışım meğersem,
nitelikliymiş sevgim. Beyaz eşyaymışım meğersem, dayanıklıymış alt metnim. Ama
şans işiymişim bir yerde, kullanmasını bilene. Yitirilmişim de günün birinde;
hiç değmeyecek son bir tüketiciye…
Şimdilik son bir ah… Tepelerin dibinde iyiler de yok artık,
görünürde kötüler de. Sadece acı bir halüsinasyondan ibaret kekremsi görüntüler
kalmış yığınla. Onlarıda yağmura emanet ederken dilimde bir acı beddua; iyi
kalpli insanların tezahür edebildiği türden...
Not: Başlığım doğru