28 Temmuz 2012 Cumartesi

Çok uzunnn

Nemli geçen günlerin ardından beraberiz. Hava şu anda serin. Kıyı kesimindeyim ondandır.
6 hafta kadar süren atölye çalışmamızı tamamladık. Ortaya bir film çıkarmak hiçte kolay değilmiş. Hani millet zannediyor ya 120 dakikalık film 120 dakikada çekiliyor diye. Gerçekten ülkemin insanı komik. Yok yok trajikomik. Hani tatilden dönüş günü geldiğinde dönmek istemezsiniz. Ama sizi bekleyen bir hayatınız vardır ve mutlaka dönmek zorundasınızdır. Set içinde aynı şeyi söyleyebilirim. İçimde bi burukluk var. Hiç bitmese daha iyiydi diyorum. Yarın filmin kurgusuna başlıyoruz. Bakalım nasıl bir şey çıkacak, çok merak ediyorum.
Mesaj hakkınız olduğu zaman mesaj gelmez ama tam bittiği gün mesajların ardı arkası kesilmez. Haram olsun verdiğim TLlere. Hata bizde ama. Suçu ne zaman kendimizde aradık ki? Gelmemesinin en büyük sebebi biziz be abii. Hep aynı şeyleri yazıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Galiba da öyle.
Hep birilerine eleştiriyoruz, yargılıyoruz, yakınıyoruz. Acaba bunların hiçbirini yapmayan bi insan bulabilir miyim? Fazla olmasına gerek yok. Bir tane numunelik yeter.
Çevremdeki masalar dolmaya başladı. Hadi diyelim 5 masa var. Birinde ben oturuyorsam kalır 4 masa. 2 masayı mature takımı işgal ettiyse kaldı 2. Hadi bir masada hatunun biri oturuyor derken yine şom ağzım devreye girdi. Gözümün önünde kalktı gitti ya la.
Sevişmiyorsak görüşmeyelim erkeği varmış. Bugün okuduğumda kendimi 5 gruptan birine koymaya çalıştım. Durun şimdi yalan söyleyeceğim. Sonuçta olgun insanlar yalan söyler. Evet 5 gruptan birine sokamadım kendimi. Ve bu kadar masum olduğuma çok üzüldüm. Yazık lan.
Japonların yaptığı araştırmaya göre işaret parmağı yüzük parmağından kısa olan erkeklerin penisleri daha uzun oluyormuş. Fakat dikkatinizi çekerim araştırmayı JAPONlar yapmış. Adamlarda bi kompleks oluşmuş ki sorma gitsin. Şimdi benimki kobra diye geçinen erkekler kaldırın bakalım barnaklarınızı...
Bu akşam baya uzun yazacağım galiba. Çünkü çevrem çok dolu. Ve boş boş oturmaktansa bir şeyler karalamak iyidir. Birazda utangacımdır sormayın gitsin. Şu an 3 tane hatun banko cepte. Fakat işte ben ağırdan satıyorum kendimi. Ego mu demek lazım? Yok yok egoist değilim. Sadece çekingenim. Yumurta kapıya dayanınca yapmayı severim. Yine öyle olacak galiba. Sanırım böyle olmasından zevk alıyorum..
Şu küpenin ve sakızın gözünü seveyim be. Bu kadar etkili olur mu hatun etkilemek konusunda. Yok lan benim saçmalamam. Aslında kimsenin etkilendiği yok. Kendimi avutmak için bu yollara başvuruyorum. Mesela bu satırları yazarken tüm ilginin benim üstümde toplandığını düşünüyorum. Fakat yine kendimi avutuyorum. Psikolojik rahatsız gibiyim dimi??
Evet galiba psikolojik bi travma geçiriyorum 1 seneyi aşkın bir süredir. Geçen eski kız arkadaşıma aşık olduğumu söyledim. Anlayışla karşılamadı tabi. Fakat bunu dile getirirken geçirdiğimiz zaman zarfı içerisinden onu hiç kullanmadım. Günah çıkarır gibi oldu ama, bana iyi geldi. Ulan banada kız arkadaşım başka birine aşığım deseydi ben kabuğuma çekilirdim. Harbi öküzüm lan ben. Ama yalan söylemek yerine doğruyu çatır çatır söyledim. Erdemli bir davranış sergiledim. Aslında söylemedim gibi o anladı. Ya da sorduğu soruya hazırlıksız yakalandım. Neyse artık olmuş şeyler. Kesilmiş tavuğun davasını yapmayalım..
Av mevsimi başladı benim için. Biraz geç oldu ama baya bir ekmek çıkacağa benziyor. Hakan Hepcan balık burcuymuş bu arada. İlgi duymaya başladım. Yanlış anlama sadece kafa yapısına. İkimizde bu ilişki konusunda bir şeyler sayıklıyoruz. Onunki biraz daha sekse dönük olsada birbirimizi tamamlıyoruz. Tamam sustum.
Çok entel takılıyorum şu an. Küpe, saat, bileklik, sakız, kahvem... Çok cool bir havadayım. Hee ele avuca bakılırsa boş tabi. Neden boş? Çünkü ben çekingen bir yapıya sahibim. Mahalle baskısı var üzerimde...
Şu son günlerde yalnız kaldığım kadar hiç yalnız kalmamıştım. Evde pes oynamaya başladım. Belli aralıklarla 5 defa davul çalmaya. Depresif bir yapı oluşturmaya çalışıyorum. Ailem ile yaşamasam evin halini düşünüyorumda, tam hayallerimdeki gibi. Topla, dağıtma sesleri hiç yok. Pehhh..
Herhangi bir gazetede yazarlık yapsam, her gün böyle saçmalasam ne kadar kazanırım acaba? Yok yok sormuyorum ki kendime işe alınabilir miyim diye...
Facebook bozdu, twitter'da bozulmaya başladı. Eee sırada ne var?
Haydi bakalım. Bu akşamlık bu kadar yeter. Masada daha fazla oturabilmek için bu kadar uzattım. Kafamda merhabalaşan çiftler ve tekler var. Tekler her zaman favorim. Tek sayıları sevmem ama..
Gece yattığımda ünlü bir grubun davulcusu olarak hayal ediyorum kendimi. Balık burcuyum sonuçta ben hayal kurmayayımda kimler kursun. İşte o hayallerimde şu parça canlanıyor son günlerde. Davulun üstünde vakit geçirirken sık çaldığım parçalardan. Eee ne diyelim artık ' Hayat mayat diyorlar benim gözüm mayatta. Hayatın eksiği var hayat eksik hayatta' yıllardan beri ezbere bildiğim tek dize. Tabi 'ben sana mecbuğum' da var...
Değer mi hiç?

17 Temmuz 2012 Salı

Kazandibi

Aslında daha tam anlamıyla dolmadım. Kazanın dibinde kalanları sıyırmam lazım. Yaz günlerinde klimanın serinlettiği gibi serinletmek isterdim insanları, fakat başarılı olamadım. Gerçi neyi başarabildim ki.. Ona güvenme, buna güven. Hani pedere bile güvenmeyecektik. Hep klişe sözler, konular. Neden güveniyoruz? Ulan kendine bile güvenmeyeceksin daha ne..
Yalnızlık... Kendimize vakit ayırmak lazım. Kendimizi dinlemeliyiz. Hatta yalnızlığımızla bi kahve içmeye bile gidebiliriz. Başkalarıyla zevk alarak yaptığımız şeyleri onunla deneyebiliriz. Belki bu bize iyi gelmeyecek ama, kendimizi kazanacağımızı düşünüyorum.
Hani filmimizin baş karakteri vardır. Her akşam meyhane tam kapanırken kapıdan çıkar. Hani o rakıyı sevgilisi gibi içmesini, sigaradan derin bi fırt çekmesini.. Her karakteri kendimizle özdeşleştiririz zaman zaman. Bardağındaki dudak izinde gizlidir yalnızlık. Sigarasındaki dumanda, herhangi birine ısmarladığı içkide, verdiği bahşişte, attığı adımlarda...
Bu oyunun büyük bölümünde hep birilerine güvenmek zorunda hissederiz ve mecburuzda. Kuralına göre oynadıkça kaybediyoruz. Hep iyiler kazanıyordu. Ne oldu onlara? Kaybettiklerinizin değerini sadece yalnız kaldığınız zamanlarda anlıyorsunuz. Birkaç saat görüşseniz ya da daha fazla, belki bir daha istemeyeceksiniz. Siz azla yetinmesini bilin yeter. Gurur denilen şey çok pis. Yapacağınız varsa bile size engel. Ayağınıza sarılan ağlak çocuk gibi. Engelsiz koşuda ayağımızı burkmamız gibi..
Aşık olduğumuzu zannederiz hep. Her yeni başlangıç tatlı gelir hepimize. Davranışlarınızda büyük bir değişim olur, tabi ilişkinin sonuna kadar ve sonlandırma aşamasından bir uzun süre daha. Unutamamak, acı çekmek bunlar en tatlı kısımları aslında. Acıymış pehh. İşte o aşık olduğumuzu zannettiğimiz kişilere aslında aşık değilmişiz. Biz sadece aşka aşıkmışız. Çektiğimiz acıları seviyormuşuz meğersem. Ne demiş Zeki Müren 'yeter ki gel bana senede bir gün'. Ne güzel aşk senede bir gün olanmış. Herhangi bir zamanda karşılaşacağınız yermiş. Mutlu geçen bir gününüzün onun hayaliyle beraber piç olmasıdır. Ve daha niceleri. İşte biz bunlara aşığız..
O kadar yalnızlık tecrübem var ki anlatabildiğim kadarı bu. Anlatamadığım daha doğrusu. Telefonumun şarjı 2-3 gün kadar idare ediyor. Saat 16:22de hep hava durumu mesajı gelir. Ama mesajın hava durumu olduğunu bile bile bir ümit avuçlarım telefonu. Akşamları babasından gofret bekleyen çocuğun beklediği gibi mutlu edecek birilerini bekler dururum. Gelmeyeceğini bile bile. Hiçbir zamanda gelmeyecek..
Üzülerek söylüyorum, iyi görünen iyi olarak nitelendirebilirim kendimi. Çünkü bu hayatta kötü yanın mutlaka olacak. Herkese iyi davranmak salaklığın hatta salaklık bile değil. Belki, evet evet kelime bulamadım. Evet kabul ediyorum salağım..
Meyhane masasında anlattığımız karakterimiz bilgisayarın başında bu şarkıyı dinliyor. Benzetme. Paralel kurguda olabilir. Hep karıştırıyorum. İşin şakası bi yana karıştırmıyorum artık. Paralel kurgu ile benzetme diye bir şey karıştırılamaz ki. Sadece metin uzun gözüksün diye saçmaladığım birkaç cümlecik.
Gönlümde açmadan solan bir gülsün
Her zaman gamlıyım her zaman üzgün
Beklerim yolunu aylar boyunca
Yeterki gel bana
Senede bir gün, senede bir gün...


9 Temmuz 2012 Pazartesi

Acımasız gerçekler

Oğlum bu satırları sana bizim balkondan yazıyorum. Hava baya baya serinlemek üzere. Hatta yağmur yağsa hiç şaşırmam. Güler geçerim. Yanlışlıkla şişe kırdım. Hala bana bakıyor parçalar 'bizleri topla' dercesine...
İki günden beri Emre Aydın hastası oldum. Aralıksız iki şarkısını dinliyordum. Fakat depresif kişiliğimden kurtulmak istedim. Güzel bir playlist oluşturdum açık havaya uygun..
İlk paragraf şişe kırıldıktan sonraydı. Peki diğer şişeler? Şu an binlerce şişeyi yorulmadan, bıkmadan, usanmadan kırabilirim. Potansiyel enerji. Sinirlenince Marilyn Manson dinliyorum çok garip. Yok yok tam yerinde..
İnsanlar ne yaparlarsa yapsınlar iyi niyetimi kötüye çevirecek bir şey bulamıyorum. Büyük salaklıklarımdan biri. Kişiye gereğinden fazla değer vermek. Akabinde değersiz muamelesi görmek katlanılır gibi değil.
Senaryo için Geveze'nin kitaplarını karıştırırken bir şeye rastladım. Uygulanması gerek tavır...
Gidene 'kal' demeyeceksin... (Yaptığımız en büyük yanlış)
Gidene 'kal' demek zavallılara,
Kalana 'git' demek terbiyesizlere,
Dönmeyene 'dön' demek acizlere, (Bu kadarda düşmüş olamayız)
Hak edene 'git' demek asillere yakışır.
Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme,
Yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Son beyitte belirttiği gibi 'hak etmek'. Verilen değeri hak etmesi lazım. Fakat biz öyle bir kafa yapısı, duygu yoğunluğu içinde oluyoruz ki, ver babam ver. Almak yok! Paso veriyoruz..
Zaman zaman ölümden bahsediyoru(z)m. Ölmek nasıl bir tepki yaratır bu merak konusu. Oturduğum koltuk, parmakladığım telefon, su içtiğim bardak.. dile gelirler mi acaba? Onları geçtim değer verdiğimiz ama vefa sorunları olan insanlar dile gelirler mi? Hee gelseler ne olacak tabi. Mevta olduktan sonra ne önemi var..
Eski davul kayıtlarımı dinledim. Sanki kırk yıllık davulcu gibi. Kendime, bizimkilere, komşulara çektirdiğim eziyetler Çin işkencesine eş değer nitelikte. Ama şimdi bakıyorum da, pehhh ne günlermiş..
İntikam Vakti... Mutlu olmak için bencil olmak gerekiyor. Kimseyi düşünmeyeceksin anca o zaman mutlu olursun. Ama bizimle mutlu olmasını istediğimiz insanları düşünürüz. Hani onlar mutlu olmak istemeseler bile bizim çabalarımız vardır. Boş giden çabalar, zamanlar. Hep gereksiz kişilere denk gelir gerçekte. Bizim zihnimizde hep bir numaradırlar. Fakat at gözlükleri işte...
Yeni şarkımı buldum. Baya baya iyi. Model - Şey belki..
Şimdi İntikam Vakti !!!



4 Temmuz 2012 Çarşamba

İntikam vakti

Bazı insanların içinden genç yaşta bir Nietzsche çıkabiliyor. Olgunluk kelimesi biraz boktan orası açık. Neyi ifade ediyor ki? İşte bu adamlar bu kelimeyi tüm yönüyle anlatabiliyor. Konuşmalarına gerek yok. Yalnız kalan insanlar başı çekiyor. Aslında insanın kendine zaman ayırması lazım. Hiçbir şeyi düşünmeden kendini düşünmeli. Biraz bencillik gibi ama değil. İşte bu adamların kendilerine ayıracak vakitleri var. Diğer insanlar gibi değiller. Etrafındakiler onlara bu şansı vermiş. Yalnız bırakılmışlar. Düşünürüz ya yalnız kalmak istemeyiz hiçbirimiz. Çevremizde hep birilerinin olamasını isteriz. Daha doğrusu istersiniz. Yalnızlık zor zanaat sonuçta. Ona alışmakta zor. Tadını bi kere aldın mı bırakamıyorsun. Bağımlılık had safhada..
Şimdi bazı dangalaklar var. Sanki hayata direk 18-20 yaşından başlamışlar. Öyle konuşuyorlar yani. Hiç çocuk olmamışlar. Ergenliği yaşamamışlar. Sivilcelerini patlatmamışlar ya da birileri onlara patlatmamış. Kompleksli ipneler.
Neyi nasıl yapacağımızın kararını biz vermeyeceksek kim verecek? İlk aklıma bu geldi şu an. Bugün kandil lan. Eski sevgililerinize mesaj falan atın. Belki iyi gelebilir. Size kalmış.
Küfür insana yakışmıyor. Yalan yalan küfür doğanın bi gerçeği. Samimiyet göstergesi. Nasıl alt yazılı filmlerde 'kahretsin' yazınca hiç samimi gelmiyor. İşte öyle. Olabildiğince küfür edin. En çokta kendinize..
Hayatınızda bir insan belirlersiniz. Ona göre hareket etmek istersiniz. Programlanmış bi robot gibi. O insan ne yaparsa yapsın hiç umurunuzda bile olmaz. Robotsunuz çünkü lan! Hani sizin kalbiniz? Sembolik kalp. Bağırsak, ciğer olmaz mı? Gün geliyor paslanıyorsunuz, her yeriniz gıcırdamaya başlıyor. Kol, bacak, kafa derken ne kaldı zaten lan geriye. İşte günün birinde sesinizi çıkartmadığınız için bu duruma düşersiniz, düşmeyedebilirsiniz. Her şey sizin elinizde. Viraj hızlı girip uçuruma uçmaktansa, yavaş gidip o virajı rahatça almak var. İntikam almak güzeldir. Denemedim ama deneyeceğim. Zevkli ve bir o kadarda zorlu bir süreç. Sabır gerektiriyor sonuçta..
Hep gece yazıyordum, biraz erken oldu. Zaman zaman her şeyimizi gururumuz yüzünden kaybederiz. Ama intikam alacaksak başlarım gururuna...
İNTİKAM VAKTİ...
Gelelim şarkı seçimimize. Yakınlarda festival var. Pardon yarınmış. Tarkan desek 'boyu da kısaymış, uzun demedik ki' derler. Ama herif on numara. Yaptımı tam yapıyor. Küçüklüğümüzden beri seviyoruz sonuçta. Hoppa 'Biri sen biri ben iki damla yaş aktı gözlerimden'...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Klasör vakası üzerine

Bir klasör vakası daha. Hep bu saatlerde hiç ummadık bir klasörden birkaç jpeg gözükür. Güzel miyim? Ben senin miyim? Ben sana ne yaptım? Neden böyle oldu? Çekiciyim hadi itiraf et. Elbette milyonlarca soru üretebiliriz. Fotoğraflarda kişiler hep bize bakar. Ne garip değil mi. Sadece fotoğrafta...
Bir zamanlar köpek gibi umursadığınız kişiler gün gelediğinde umurunuzda bile olmayacak. Sadece dış görünüşünüz bunu aktaracak. Sadece rol yapacaksınız, rol çalacaksınız. Kimsenin hayal dünyamızı kurcalamasına gerek yok. Hayal dünyası demeyelim buna, bizim içimizi bilmesine imkan yok. 'İçimiz' nasıl bi kelimedir halbuki..
Ağlamak göz pınarlarının kurumasını önlüyormuş. Ya da öyle bir şeydi işte. Havuzda, denizde gözleri açmakta. Deniz suyunun gözleri yaktığı gibi, bizim kalbimizi kim yaktı? Neden kalbimiz? Böbreğimiz, dalağımız olmuyor mu? Ne kadar sembolik bir şeydir bu.
Atölye eğitmenimiz bugün ' Yaşın daha genç, bu şiirde anlatılanları yaşayamazsın ki' gibisinden bir şeyler söyledi. Çıkartıp koyacaktım masaya. Şimendifer... Genciz diye, küçüğüz diye hiçbir şey yaşayamayacak mıyız lan biz. He? Söyleyin bana. Yok fakir edebiyatı tutmuyor otur sıfır..
Sonuçlarını bildiğimiz şeyleri neden bile bile yaparız. Ne kadar salağız. Ama nasıl zevk verir değil mi? Müthiş bir haz alırsınız..
'Herkesin bi can dostu olsun' diye kampanya başlatacağım. Çok isterim. Yok mu sanıyorsunuz? Var tabi ki. Hee nah var. Oluşum sürecinde şu anlık. Harbi bi kız arkadaşınız olsun. Sadece arkadaş. Fakat sevişmeyin. Ya da hiç fark etmez, hepsinin tadına bakın. Şimdi tabi duygular farklı bölgelerde dolaşmaya başlayabilir bi süre. Fakat açlık geçtiğinde, sakinlik başladığında kedi gibi olur(uz).
Akşamki yazıda paylaştığım şiiri bugün atölye çalışmalarında okudum. Sesim falan titredi. Etkiliyor böyle şeyler. Nedense sırtım diken diken oluyor. Garip...
Bu şarkı her şeyi tam anlamıyla özetlemese bile anlattığı bir şeyler mutlaka vardır. Bizim ne aldığımıza bağlı. Yalnızım ben çok yalnızım... Ahh Nil Burak ahh..