19 Nisan 2016 Salı

Gitmeye Bir Kala

Bir yönetmen edasıyla biriktirdiklerimi yazmaya niyetlendim. Bir baktım ki elimde hiçbir şey yok! Ama olduğunu biliyordum, öyle hissediyordum.. Hislerimi kontrol etmem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü beni bile yanıltabiliyorlarsa, çevremdeki herkesi yanıltabilecek derecede çıldırmış durumdadırlar. Sakin olmaları gerektiğini, kimseye zarar vermeden içlerine kapanmalarını öğütleyeceğim. Başarılı olabilir miyim bilmiyorum. Denemek korkutmaz her şeyi deneyerek öğrenen biri olduğumu düşünürsek... Aslında kimse korkmamalı denemekten. Zaten elinde olan bir şey yok. Denedikten sonra da olmasa ne çıkar? Galiba aynı kapı. Düşünebilip, anlayabiliyorum...
Yaşantında tatmadığın acıları bir anda tadınca dengen alt üst oluyor. Çevrendeki acıları hissedemediğin ve paylaşamadığın zaman bu dahada büyüyor. Yaşamayınca hissedemez insan. Karşıdan bakarak gene hiç hissedemez. İçinde olmalı, akıtmalı içindekileri. Ama sessizce, kimsenin onu bulamayacağı bir yerde, ister tek başına, ister tek başına... Bir şekilde yağdırmalı yağmurları gözlerinden, dağıtmalı bulutları. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın elbet bir gün güneş açacak. Ama bir yağmur yağar bir güneş açarsa bu dengesizliğe kimse ayak uyduramaz. Ayak uydurmayı bırak yanından bile geçmez. Herkes hayatını ya yağmurlu ya güneşli yaşamak için kurmak ister. Hedefleri hep bu yöndedir ve samimiyetsizdir. Samimiyetin, içtenliğin simgesidir yağmur. O olmadan hiçbir hedefe ulaşamaz insan. Ve senin yağmurlarında ıslanmayan birinin yanında işi yoktur, olamazda...
Babam... Şimdi gökyüzünde, toprağın derinliklerinde, yanımda... Neyi neden yaptığımı, ne hissettiğimi bir tek o biliyor belkide. Beni herkesten daha çok anlıyor. Ben de onu şimdi daha çok anlıyorum... Bir şekilde dolaylı yoldan ortak olduğun sıkıntılarına, dertlerine doğrudan ortak olunca ne yapacağını şaşırıyorsun ve bu empatiden öte bir şey. Yaşantındaki yollara yollar ekliyorsun, daha fazla düşünüp daha az ekmek yiyorsun.. Yıldızın kaybolunca ne güneş ne de ay doldurabiliyor yerini...
Sonucunu bildiğim birçok şey için mücadele ediyorum. Bu biraz salaklık aslında. Cesaretim ve mücadeleciliğim için kendimi tebrik ediyorum. Ayrıca salaklığım içinde bir alkış alabilirim. O kadar kendim olmaktan çıkıyorum ki, bu ben değilim! Gerçek ben, beni ben yapan şeyler eksik. Kendi hayatını bu kadar önemsememek hayatını harcamak gibi. Kendinden çok başkalarının hayatlarını düşündüğünde; merhametli, iyi kalpli, düşünceli... biri olabiliyorsun, ki babam da öyleydi. İnsanın genetiğine kodlanan gerçekler var! Fakat kendi hayatını çok kolay gözden çıkarıyorsun. Ve gitme zamanı geldiğinde sessizce, kimseye hissettirmeden, rahatsızlık vermeden çekip gidiyorsun. Ceketini almıyorsun, senden bir ses kalsın diye. Ancak düşündüğün insanlar o zaman bir şeylerin farkına varabiliyorlar. Çok geç değil mi? Şimdi bile çok geç. Gelecekte imkansız...
Merhamete karşı bir saygınız kalmamışsa eğer geçmiş olsun dostlar. 
Bir de şu var; hayatını sizin için harcayan insanları değilde ondan önceki insanları el üstünde tutmak nasıl bir saygısızlık nasıl bir vurdum duymazlıktır? Her şey yüzeysel olsaydı eğer bizler nasıl var olduğumuzu bilemezdik. Düşünmek ve anlamak bu kadar zor olmamalı. Hele ki kalbine dokunduğun bir insansa ve yağmurlarında beraber ıslanabiliyorsa... Kaybettiğinde nasıl acılar yaşıyorsa, kaybetmeden de acılar yaşayabilmeli insan. Her şeyin güllük gülistanlık olmayacağını bilmeli. Ama artık hissedemiyorsa, çizgisinden çıkmışsa daha fazla acı vermeden gitmeli, giderken bile düşünmeli. Çünkü düşünmek anlamanın yarısıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder